22 Kasım 2011 Salı

Şİ’A MEZHEBİ, TARİHÇESİ, FIRKALARI

T.C.


İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ


KELAM DERSİ ARAŞTIRMASI







Şİ’A MEZHEBİ, TARİHÇESİ, FIRKALARI




HAZIRLAYAN: FATİH KUŞ-THESCHK PARLAK


DERSİN HOCASI: DOÇ DR. HULUSİ ARSLAN



MALATYA / 2011




İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER. 2
GİRİŞ. 3
KONUNUN ÖNEMİ3
KONUNUN SINIRLARI3
Birinci Bölüm.. 4
1) Şia Kavramı4
A) lugat manası:4
B) Istılah manası:4
2) Şia’nın Ortaya Çıkışı4
3. Şia’nın İtikadi Mezhepler Arasındaki Yeri ve Temel Esasları4
a) İMAMET. 5
b) İLAHİYAT :5
c) NÜBÜVVET :5
d) AHİRET :5
4. Şii Fırkalar5
a) SEBEİYYE. 6
b) GALİYYE veya GULAT. 6
c) 2)ĞURABİYYE. 6
a) KEYSANİYYE. 7
b) ZEYDİYYE. 8
c) İMAMIYYE. 10
C1) İSNAAŞERİYYE. 11
C2) İSMAİLİYYE. 12
d)DÜRZİLER. 13
e) HAKİMİYYE. 14
f) NUSAYRİLER. 14
SONUÇ. 15

GİRİŞ

KONUNUN ÖNEMİ

İslam’da, eski ve yeni bütün fikri hareketler, akımlar, fırkalar ve ekoller şeklinde doğmuştur. Başlangıçta itikadi olarak ortaya çıkan bu hareketler sonradan siyasi gruplaşmalara dönüşmüştür. Sonunda da bu itikadi mezheplerin ihtilafları, cedel ve kelama, fıkıh ve içtihada evrilmiştir. Öyle ki ihtilaf tabii bir şeydir. Resulullah bunu hadislerinde şöyle dile getirmektedir: “Yahudiler 71 fırkaya hırıstiyanlar 72 fırkaya ayrıldılar. Ümmetimde 73 fırkaya ayrılacaktır.” (prof. suphi es-salih İslam mezhepleri ve müesseseleri, sayfa 59). Her ne kadar bu hadisin sıhhati üzerinde çeşitli görüşler olsa da, bu hadisten anlaşılan mana, semavi kökenli bütün dinlerin, insan düşüncesine hürriyet verdiği ve insan düşüncesindeki hürriyetin ihtilaftan ari olamayacağıdır.
İnsan toplumlarında anlaşmazlık özellikle inanç mensupları arasında tabii bir şey olduğu sürece İslam ümmetinin de ihtilaf devrelerinden anlaşmazlık merhalelerinden geçmesi kaçınılmaz bir neticedir. Bu ihtilafların sebeplerinden bazısı itikadi konularda, bazısı siyasi ve bir kısmı da şahsidir.
Böyle bir ihtila,fın neticesi olarak ortaya çıkan Şi’a mezhebi de, İslam kelam ve mezhepler tarihinin önde gelen ekollerinden biridir. Biz de bu araştırmamızda siyasi ihtilaflar sonucu ortaya çıkan Şia mezhebini konu edindik. Bu konuyu araştırma konusu olarak seçmemizin önde gelen sebeplerinden birisi, ilahiyat fakültesi kelam derslerinden adından sıkça bahsedilen bu mezhep hakkındaki şahsi merakımız ve ders hocamız Doç. Dr. Hulusi Arslan bey’in yönlendirmeleridir.
KONUNUN SINIRLARI

Elbette ki fakülte dersi düzeyinde yapılan bir araştırmada Şi’a mezhebinin bütün yönleriyle ortaya konulması mümkün değildir. Bu sebeple biz de araştırmamızı, Şia kavramı, bu kavramın tarihsel süreçteki gelişimi, bu adla anılan mezhebin tarihçesi ve temel görüşleriyle sınırlandırdık. Ayrıca, Şi’a mezhebi içerisinde sayılan dier kollar hakkında da kısa tanıtıcı bilgiler verdik.
Birinci Bölüm

1) Şia Kavramı

A) lugat manası:

Sözlükte yardımcı taraftar anlamına gelmektedir. Kelime Kuranda aynı anlamda kullanılmıştır.” Musa… orada kavga etmekte olan iki adam buldu bu kendi taraftarlarından şu da düşmanlarından “ (kasas 28/15) kelimenin aynı anlamdaki kullanımı bizzat hz. Ali tarafından şu şekilde ifade edilmiştir: “Şia’ma (taraftarlarıma) saldırdılar bir kısmını zulüm ve hile ile öldürdüler.
B) Istılah manası:

Şia hilafetin hz. Alinin hakkı olduğunu hz. Alinin nass ve vasiyet yoluyla imam olduğuna inanan hilafetini onun nesline mahsus kılan fikri bir yöneliştir. Hilafetin masum ve günah işlemeyen ali oğullarına ait olduğuna imametin seçim ile olan bir kurum değil dinin esasına ait bir kurum olduğuna inananlar bu grubu oluştururlar.
2) Şia’nın Ortaya Çıkışı

Şia’nın ortaya çıkış tarihi hakkında ihtilaf bulunmaktadır.
-Şii kaynaklar bu fırkanın peygamberin sağlığında doğduğunu ve daha o zamanlar hz. Âlinin üstünlüğünü kabul ederek onun tarafını tutanların bir topluluk olarak ali şiası’nı meydana getirdiklerini ileri sürerler.
-Bazı yazarlarda Şiiliğin peygamberin vefatını takiben Hz. Alinin meşru halife olduğu talebiyle baştan sona siyasi bir hareket olarak başladığını ileri sürerler. Bir kısım yazarlara göre Şiilik siyasi bir hareket şeklinde Hz. Osman’ın şehit edilişinden sonra ortaya çıkmıştır. Erken devir müelliflerinden biri Şiiliğin siyasi bir hareket olarak Hz alinin halifeliği sırasında ve özellikle cemel ve sıffın vakalarından sonra ortaya çıktığını ileri sürerken çağdaş yazarlardan birisi ise Hz. Alinin şehit edilmesinden ve cemaatin muaviyeye biatından sonra ortaya çıktığını ileri sürerler.
3. Şia’nın İtikadi Mezhepler Arasındaki Yeri ve Temel Esasları

Şia ve Ehli sünnet arasında özde bir fark yoktur. Her iki tarafta biraz hoş görülü düşünseydi bu farklılıklar şimdiye kadar giderilebilirdi.
İbnul ebil hadid bize mezhebini şu şekilde anlatmaktadır: Arkadaşlarımız bu konuda kurtuluş, fevz ve necat yolu üzerindedir. Çünkü itidal yoluna suluk etmişler ve şöyle demişlerdir.
Şüphesiz ali ahrette insanların en üstünüdür. Cennette hepsinin üstündedir. Dünyada halkın en faziletlisidir. Hususiyet, meziyet ve menkıbeleri herkesten fazladır. Ona buğz ve düşmanlık eden onunla savaşan kimse ALLAHIN düşmanıdır. Kafir ve münafıklarla beraber ebediyen cehennemdedir. Ancak tevbe ettiği sabit olur ve alinin sevgi ve dostluğu ile ölürse o taktirde kurtulur.
Aşırı olanlar ise sayısız fırkalara ayrılmışlardır. Çoğu ise şia mezhebinden tümü ile sapmışlardır. Şia ile birleştikleri tek nokta her iki tarafında genel olarak Hz. Ali tarafını tutmuş olmalarıdır. En önemlisi ise Hz alinin nass ve vasiyetle açıkta halife tayın edildiğini söylemeleridir.
a) İMAMET

İmama itaat ve onu kabul imandan bir cüzdür. İmamlar nasla tayin olur. İmam en büyük öğreticidir. O her türlü hatadan masumdur……
b) İLAHİYAT :

Allah kendisine hiçbir şeyin benzemediği ezeli ve ebedidir. O cisim değildir ahirette görünmez…….
c) NÜBÜVVET :

İnsanların dünya ve ahirette saadetini sağlamak içindir. Peygamberlerin mucizeleri vardır. Hz Muhammed’in mucizesi kurandır……
d) AHİRET :

Diriliş, cennet, cehennem, ikap vuku bulacaktır…….
4. Şii Fırkalar

Şiilikte çok aşırı giden veya bunun aksine hareket eden ve bu ikisi arasında orta yolu tutanlar vardır.
Çok aşırı gidenler, Hz. Ali'yi ilâhlık mertebesine çıkarmışlardır. Daha az aşırı olanlar ise Hz. Ali'yi peygamberlik derecesine yükseltmişler ve onun, Resulullah (S. A. V. )'den üstün olduğunu iddia etmişlerdir. Şimdi aşırı giderek, îslâmdan çıkan bu aşırı uçların bir kısmını izah edelim.
Günümüzdeki şiiler, bunların Şiiliğini reddederler. Biz de bunların müslüman olduklarını kabul etmeyiz
Aşırı giden şii gruplar şunlardır: 1) SEBEİYYE, 2) GULAT, ve 3) GURABİYYE
a) SEBEİYYE

Bunlar, Abdullah İbn-i Sebe'ye tâbi olanlardır. İbn-i Sebe' Hiyreli bir Yahudi idi. Kendisini müslüman olarak gösteriyordu.
İbn-i Sebe', bozuk düşüncelerini ve fitne zehirini müslümanlar arasında peyderpey yayıyordu. Görüşlerine esas olarak Ali İbn-i Ebî Talib'i almıştı. îbn-i Sebe', Tevratta her peygamberin bir vekili olduğunu gördüğünü, Hz. Ali'nin de Hz. Muhammed'in vekili olduğunu, Hz. Muhammed, peygamberlerin en üstünü olduğu gibi Hz. Ali'nin de vekillerin en üstünü olduğunu ve Hz. Muhammed'in tekrar dünyaya döneceğini insanlar arasında yaymaya başlamıştı.
Hz. Ali (R. Â. ) şehit edilince İbn-i Sebe' insanların Hz. Ali'yi sevmelerini ve şehit oluşuna çok üzülmelerini istismar etti. Hz. Ali'nin ölümü hakkında insanları saptırmak ve onların inançlarını bozmak için karakterine uygun olarak çeşitli yalanlar yaymaya başladı, îbn-i Sebe‘ öldürülenin Hz. Ali olmayıp, onun şekline giren bir şeytan olduğunu, Hz. İsa'nın göğe çekildiği gibi Hz. Ali'nin de göğe çekildiğini anlatmaya başladı.
b) GALİYYE veya GULAT

Sebeiyye fırkasının bir diğer versiyonu gulattır. Başında yine İbn Sebe vardır. Bunlara göre imamda uluhiyet vardır. Bunların anlayışları Hululıyye Tenasühiyye Yahudilik ve Hrıstıyanlıktan kaynaklanır. Bunlarda dört husus göze çarpar.
1)Teşbih 2)Allah’ın zahir olması 3)Ric’at 4)Tenasüh
c) 2)ĞURABİYYE

Bu gurup da aşırı fırkalardan biridir. Hz Ali’yi hemen hemen Hz. Muhammed (S. A. V. )'den üstün saymışlardır. Bunlar, peygamberliğin aslında Hz. Ali'ye ait olduğunu, fakat Cebrail'in, hatâ ederek Hz. Ali yerine Hz. Muhammed'e geldiğini iddia ederler. Bunlara «Kargacılar» anlamına «Ğurabiyye» denilişinin sebebi; bunların, «Karganın kargaya benzediği gibi Hz. Ali de Hz. Peygamber'e benzer» demeleridir. Bu yüzden Cebrail vahyi getirdiği zaman karıştırmıştır. Hz Ali’nin de Hz Muhammed’e çok benzediği için Hz Muhammed’e getirmiştir.
Şiiler, yukarıda geçen sapık inançlı fırkaları ve benzerlerini, kendilerinden saymazlar, onların aşırı olduklarını söylerler ve onların çoğunu müslüman dahi kabul etmezler.
Bu sebeple: Bu fırkalar İslâm tarihinde «Şiilik» adı altında zikredilmişler, bunlardan tamamen beri olan birçok Şii yazarlar ise, bunların suçlarının cezasını çekmişlerdir.
Hasılı durum ne olursa olsun İslâmdan çıkan bu fırkaların bugünkü Şiiler arasında gözle görülecek hiçbir varlıkları yoktur. Bugünkü Şiilerin arasında, imamları, insanların gözü önünde açıkça ilahlaştıran veya Cebrail'in peygamberliği getirirken hata ettiğini iddia eden hiçbir kimse yoktur.
Diğer Fırkalar şunlardır:
a) KEYSANİYYE

Bunlar, Muhtar b. Ebî Ubeyd b. Mes'ud es-Sakafi adlı kişiye tâbi olanlardır. Muhtar, önceleri Haricî mezhebine tâbi idi, daha sonra Hz. Ali'ye yardım eden şiilerden oldu. Keysaniyye, Keysan adlı bir kişinin adını taşımaktadır, Keysan‘ın, yukarıda adı geçen Muhtar adlı şahıs olduğu söylenilmiştir. Diğer bir görüş ise Keysan'ın Hz. Ali (R. A. )'ın kölesi veya oğlu Muhammed b. Hanefiye'nin talebesi olduğunu söylemiştir.
Keysaniyye'nin kısaca temel prensipleri:
A) Keysaniyye inancı, Sebeîler gibi ehl-i beytten gelen imamları ilahlaştırma temeli üzerine kurulu olmayıp, imamı mukaddes bir şahıs sayma, ona son derece itaat etme, ilmine kayıtsız-şartsiz güvenme esasları üzerine kuruludur. Keysanîler, imamın hata işlemyeceğine inanırlar. Çünkü onlara göre imam, ilâhi ilmin bir sembolüdür.
B) Sebeîler gibi Keysanîler de imamın tekrar döneceğine inanırlar. Bunlara göre dönecek olan imam, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'den sonra gelen Muhammed b. Hanefiyye'dir. İçlerinden bir kısmı Muhammed b. Hanefiyye'nin öldüğüne, tekrar dirilip geri döneceğine inanırken, çoğunluğu teşkil eden diğer bir kısmı ise, onun ölmediğine «Rıdvâ» dağında, yanında bal ve su olduğu halde yaşadığına inanırlar.
C) Keysanîler, «Bedâ». diye adlandırılan, sonradan meseleyi kavrayıp, ona göre görüş değiştirme prensibine inanırlar. Bu prensibe göre Allah Teâlâ, bilgisinin değişmesi neticesinde istediği şeyi değiştirir. Bir şeyi evvelâ emreder, sonra o şey hakkındaki bilgisi değiştiği için birinci emrinin aksini emreder. Bu hususta Şehristanî şöyle der: «Muhtar «Bedâ» prensibini seçti. Çünkü o meydana gelen hadiseleri, ya kendine gelen bir vahiy veya imanı tarafından gönderilen bir mektup yoluyla bildiğini iddia ederdi. Arkadaşlarına, bir şeyin olacağını veya bir hadisenin meydana, geleceğini haber verirdi. Eğer olay, haber verdiği gibi cereyan ederse bunu iddialarına delil gösterirdi. Şayet olaylar haber verdiği gibi çıkmazsa «Rabbmizin görüşü değiştiği için hadiseyi değiştirdi» derdi.
Şüphesiz ki bu görüş, apaçık bir sapıklıktır, bozuk bir inançtır.
D) Keysanîler, ruhların ölenlerden ayrılıp yeni doğan canlılara girmesi anlamına gelen «Ruhların tenasühü» görüşüne inanırlar.
Aslında bu görüş, Hint felsefesinden alınmıştır. Bu iddiayı onlar ileri sürmüşlerdir. Hint felsefecileri, ruhun üstün bir hayvandan çıkıp, âdi bir hayvana girmesiyle azap gördüğünü, âdi bir hayvandan çıkıp yüksek bir hayvana girmesiyle de mükâfatlandırıldığını ileri sürmüşlerdir.
Keysaniler, Hint asıllı olan bu felsefenin hepsini almamışlar, sadece imamlara ait bazı meseleleri almışlardır.
E) Keysaniler şöyle derler: «Her şeyin bir zahiri bir de bâtını vardır. Her şahsın bir ruhu vardır. İndirilen her âyetin bir te'vili vardır. Bu dünyada temsili olarak mevcut olan her şeyin bir hakikati vardır. Bu âlemde bulunan hikmet ve surlar bir insan şahsında toplanmıştır. Bu hikmet ve sırları Hz. Ali, oğlu Muhammed b. Hanefiyye'ye tahsis etmiştir. Bu ilimler kimde toplanırsa gerçek imam işte O'dur. .
b) ZEYDİYYE

Şii mezhebinin ehli sünnet vel-cemaate en yakın olan ve en mutedil davranan gurubu bu fırkadır.
Bu fırka imamları peygamberlik derecesine yükseltmemiş, hatta peygambere yakın bir derecede de saymamış, onların da diğer insanlar gibi olduklarını, ancak Resulullah‘ın dışında bütün insanlardan üstün olduklarını kabul etmişlerdir.
Resululîah (S. A. V. )'in sahabîlerinden herhangi birini kâfirlikle itham etmemişler, özellikle Hz. Ali'nin kendilerine bey'at ettiği ve Halifeliklerini kabul ettiği sahabîleri ağır şekilde suçlamamışlardır. Bu fırkanın imamı, Zeyd b. Ali Zeynelâbidin'dir
Zeydiyyenin Bazı Görüşleri
Zeydiye mezhebine mensup olanlar, Resulullah (S. A. V. )'in vasiyetle beyan ettiği imamın, isim ve şahsiyetle tayin edilmiş bir kişi olmadığına, sıfatları zikredilerek tayin edildiğine inanırlar. Zikredilen sıfatlar, Resulullah (S. A. V. )'den sonra Hz. Ali'nin imam olduğunu ortaya koyar. Çünkü bu sıfatlar, Hz. Ali'ye olduğu kadar başka hiçbir kimsede bulunmamıştır.
Zeydiyye mezhebine göre, aynı devirde iki bölgede iki ayrı imama biat etmek caizdir. Böylece her imam, kendisini imam ilân ettiği bölgede imam olarak kalır. Yeter ki Zeydîlerin saydıkları sıfatlara sahip olsun ve «ehlül Halli vel akd» tarafından başa getirilmiş olsun.
Bu sözden anlaşıldığı gibi Zeydiyye mezhebine mensup olanlar, bir bölgede iki halife bulunmasını caiz görmezler. Çünkü bu durum, orada bulunan insanların iki ayrı halifeye biat etmelerini gerektirir ki, bu da sahih delillerle yasaklanmıştır.
Zeydiler, büyük günah işleyenin samimiyetle tevbe edip günahlarından vazgeçmedikçe devamlı olarak cehennemde kalacaklarına inanırlar. Bu meselede Zeydîler, Muteziîe'nin yolunu tutmuşlardır. Çünkü Zeyd'in, Mutezîle'nin lideri Vâsıl b. Ata ile büyük bir ilişkisi bulunmuştur.
Zeyd'in Vâsıl ile olan bu ilişkisi ve diğer bir kısım sebeplerden dolayıdır ki bir kısım şiiler Zeyd'i sevmezler.
Zeydiye'yi iki kısma ayırabiliriz:
Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer'in halifeliğini kabul eden ve Rafizîlerden sayılmayan önceki Zeydiler.
2) Bu iki zatın halifeliklerini kabul etmeyen ve Rafizi olan sonraki Zeydîler.
Bugün, Zeydiye mezebi hmensupları Yemen'de bulunmaktadır. Bunlar, ilk Zeydilere daha yakındırlar.
c) İMAMIYYE

Bu grubun üzerinde durduğu nokta: «îmamiye» sıfatıdır. Çünkü bunların hepsi, Zeyd b. Ali (R. A. )'ın dediği gibi, imamın sıfatla tayin edilmeyip şahsen tayin edildiğini iddia ederler.
Hz. Ali, Peygamber tarafından tayin edilmiştir. O da, Peygamber (S. A. V. )'in vasiyeti gereği, kendisinden sonra gelecek imamları tayin eder. Bunlar, imamları «Vasiler» olarak adlandırırlar. İmamiyye mezhebinde olanlar, Hz. Ali (R. A. )'ın, Peygamber Efendimizden gelen açık ve kesin bir delille bizzat imam tayin edildiği, imamın, sıfatlarıyla tayin edilmediği hakkında ittifak etmişler.
Resulullah‘ın tayin ettiği o şahıs, Hz. Ali'dir. İmamîler, Resulullah (S. A. V. ) tarafından bizzat Hz. Ali (R. Â. )'ın halife olarak tayin edildiğine delil olarak, doğru ve sahih olduğunu zannettikleri bazı hadisleri gösterirler. Bu hadisler şunlardır:
«Ben kimin dostu isem Ali de onun dostudur. Ey (kim) Sen ona dost olana dost ol, düşman olana düşman ol. »[
«Sizin en iyi hüküm, vereniniz Ali'dir. »[
İmamiye mezhebi mensupları, Peypgamber Efendimiz (S. Â. V. ) zamanında görülen bazı hadiselerden de, Hz. Ali'nin, Peygamber tarafından halife tayin edildiğine dair deliller çıkarmaya çalışırlar, Meselâ:
Resulullah (S. A. V. ) hiçbir sahabeyi Hz. Âli'ye âmir tayin etmemiştir. Hz. Ali, Resulullah'dan ayrı bulunduğu her harp ve müfreze harekatında âmir kendisi olmuştur. Ebubekir, Ömer ve diğer sahabîler böyle değildirler. Çünkü onlar bazan âmir olmuşlar, bazan da başkaları onlara âmir tayin edilmiştir. Bunun en güzel örneği; Hz. Ebubekir ve Ömer'in de içinde bulundukları ve Resulullah‘ın, başına komutan olarak Üsame'yi tayin ettiği ordudur.
İmamiyye Şîası gaybet-i kübra yani büyük gaybetin başlamasından itibaren İran'ın resmi mezhebi olduğu 10. (16) asra kadar İslâm dünyasında güçlü bir varlık göstermemiştir. Ancak Safevilerin kurulmasıyla İmamiyye 907 (1501) 1149 (1736-37) yılları arasında kendisini himaye eden bir devlete sahip olmuştur. Şah İsmail devrinden itibaren İran'da camilerde ilk üç halifeye lânet edilmesi kararlaştırılmış, ezana ilaveler yapılmıştır.
İmamiler, Hz, Ali'nin nass yoluyla Resulullah‘ın halifesi olduğu hususunda ittifak ettikleri gibi, Hz. Ali'nin, Hz. Fatıma'dan doğma oğulları Hasan ve Hüseyin'in, Hz. Ali'den sonra sırasıyla, hilafete 'gelmesi gereken vekiller oldukları hususunda da ittifak etmişler ancak, bunlardan sonra gelecek olan halifeler hakkında ihtilâfa düşmüşlerdir. Hatta bu hususta yetmişten fazla fırkaya ayrıldıkları söylenilmektedir. Aralarında en büyük iki fırka İSNAAŞERİYYE ve İSMAİLİYYE’dir
C1) İSNAAŞERİYYE

Bunlar, halifeliğin, Hz. Hüseyin (R. A. )'dan sonra Ali Zeynelâbidin'e ondan sonra Muhammed el-Bâkır'a ondan sonra Cafer-i Sadık'a, ondan sonra Musa Kâzım'a, ondan sonra Ali el-Rıda'ya, ondan sonra Muhammed el-Cevad'a, ondan sonra Ali el-Hadiye, ondan sonra Hasan el-Askeriye, ondan sonra onikinci imam olan Askerî'nin oğlu Muhammed'e ait olduğunu kabul ederler. İsnaaşeri'ler, onikinci imam Muhammed'in, babasının evinde «Sirdab» diye adlandırılan bir sığmağa girip gizlendiğine ve bir daha dönmediğine inanırlar. İsnaaşerîler, gizlenen onikinci imamın yaşı mevzuunda ihtilâf ederek bazıları, gizlendiği zaman yaşının dört olduğunu, bazıları ise sekiz yaşında olduğunu söylerler. Yine İsnaaşeriler, gizlenen onikinci imamın, vereceği hüküm hakkında da ihtilâf etmişler, bazıları, kaybolduğu yaşta iken, halifenin bilmesi gereken şeyleri bildiğini ve ona itaat etmenin vacib olduğunu ileri sürerken, diğer bir kısmı, hüküm vermenin, gizlenen imamın mezhebine mensup âlimlere ait olduğunu söylemişlerdir.
Günümüzdeki isnaaşeriyye mezhebi mensupları bu son görüşü benimsemektedirler. Irak nüfusunun hemen hemen yarısı, îsnaaşeriyye mezhebine mensup olan Şiiîerdendir.
Şİİ İMAMLAR ŞECERESİ
1)Ali b. Ebi Talib
2)Hasan 3)Hüseyin 4)Ali Zeyne’l Abidin 5)Muhammed Bakır
6)Ca’fer Sadık 7)Musa Kazım
8)Ali Rıza 9)Muhammed Cevad
10)Ali Hadi 11)Muhammed Hasan Asker

12) Muhammed Mehdi Muntazar
C2) İSMAİLİYYE

Daha önce de işaret ettiğimiz gibi îsmailiyye, İmamiyenin bir koludur. Bu fırka, çeşitli îslâm ülkelerine yayılmıştır. Bir kısmı Afrika'nın güneyinde ve orta kısmında, diğer bir kısmı Şam'da, çoğunluğu ise Hindistan ve Pakistan'da bulunmaktadır. Bu mezhep, İsmail b. Cafer es-Sadık'a nisbet edilir. Bu mezhebe mensup olanlar, imamların sıralanması meselesinde Cafer-i Sâdık'a kadar, İsnaaşeriyye taifesiyle ittifak halindedirler. İsnaaşeriyyeler, imamlığın, Cafer-i Sadık'tan sonra Cafer'in oğlu Musa Kâzım'a geçtiğine inanırlarken, İsmailiyye gurubu, Cafer-i Sâdık'ın diğer oğlu İsmail'e geçtiğini ileri sürerler. İsmailiyye mezhebine mensup olanlar, İsmail'in imam olduğunun babası Cafer-i Sâdık'ın nassı ile (sözü ile) sabit olduğunu, ancak İsmail'in, babasından önce öldüğünü ileri sürerler
İsmail'in, babası Cafer-i Sadık'tan önce ölmesine rağmen, İsmailiyye mezhebinde olanlar, Cafer'den sonra oğlu İsmail'in, imam olacağına dair, Cafer'in nassını geçerli sayarlar. Çünkü bunlara göre, imamın söylemiş olduğu bir nassı geçerli saymak, onu geçersiz saymaktan daha evladır.
İsmaililere göre imamlık, Cafer'in oğlu İsmail'den sonra, İsmail'in oğlu Muhammed Mektum'a geçmiştir. Muhammed Mektum «Gizlenen imamlar» mânâsına gelen «Mektum imamların» birincisidir. Çünkü İsmaililer, imamın gizli olabileceğini, buna rağmen ona itaatin gerekliliğini savunurlar. Bunlara göre imamın gizli oluşu, imam oluşuna engel teşkil etmez.
Diğer Şii mezhepleri gibi bu mezhep de Irak'ta ortaya çıkmış ve diğer mezhep mensuplarının gördükleri işkencelere bunlar da uğramışlardır. İşkence ve baskılar neticesinde bu mezhebe mensup olanlar. İran'a, Horasan'a ve onların komşuları Hindistan'a, Türkistan'a kaçmışlar, mezheplerine eski Fars inançları ve Hint görüşleri karışmış, neticede birçokları hak yoldan sapmışlar, heva ve heveslerine uymuşlardır. İşte bu sebeple, İsmailiyye adını birçok fırkalar taşımaktadır. Bazıları İslâm'ın dışına çıkmamışken , bazıları islâm'ın değişmez hükümleriyle çelişen bir kısım düşünce ve inançları benimseyerek İslâm çerçevesinin dışına çıkmışlardır.
İsmailiyye mezhebine mensup olanlara «Batıniler» de denir. Böyle adlandırılmalarının sebeplerinden biri, bunların, inançlarını insanlardan gizlemeleridir. Gizlemelerinin sebebi ise önceleri zulüm ve işkenceye uğramaları idi. Daha sonra ise, inançlarını gizlemek, onların bazı guruplarında psikolojik bir hastalık durumuna geldi. Bunların davranışları ve içyüzleri, Haçlı seferlerinin ve Tatarların savaşları sırasında ortaya çıkmıştır. Bunların bir kısmı İslâm'a ve Müslümanlara bir belâ kaynağı olmuştur.
Bunların «Batınîler» diye adlandırılma sebeplerinden biri de bunların, birçok zaman «îmam gizlidir» diye iddiada bulunmalarıdır.
İsmailîlerin mutedil olanlarının benimsedikleri görüşler şu üç temel üzerine kurulmuştur. İsnaaşeriyyeler de bu fikirlerin çoğuna aynen katılırlar.
1) İlâhî feyiz: Bu, 'Allah'ın, imamlara lütfettiği bir bilgidir. 'Allah Tealâ, imamları, imamlıkları icabı derece ve ilim yönünden, insanlardan üstün kılmıştır, imamlarda, başkalarında olmayan ilimler vardır. Onlara, diğer insanların idrak edemedikleri şer'î ilimler verilmiştir.
2) İmamın açık ve tanınan bir kişi olması gerekli değildir. Bilâkis imam, gizli ve tanınmayan biri de olabilir. Buna rağmen ona itaat edilmesi vaciptir. O, insanlara doğru yolu gösteren mehdidir. O, geçen nesillerde ortaya çıkmamışsa da bir gün mutlaka ortaya çıkacak, kıyamet kopmadan önce, zulüm ve haksızlıkla dolan yeryüzünü adaletle dolduracaktır.
3) İmana, hiçbir kimsenin önünde sorumlu değildir. İmam ne yaparsa yapsın, hiçbir kimse onu hatalı görmez. Bilâkis, herkesin, ona inanması vaciptir. Onun yaptığı her şey hayırdır. Ondan, şer çıkmaz. Çünkü imamda hiçbir kimseye verilmeyen bir ilim vardır.
îşte bu sebeple İsmailîler, imamların masum olduğuna inanırlar. Buradaki masumluğu, bizim anladığımız şekliyle «Hata işlemezler» mânâsına almamışlardır. Onlara göre imamın masumluğu şu mânâ dadır: Bizim hata sandığımız şeyleri diğer insanların yapması caiz olmadığı halde imamlar yapabilir. Çünkü onlarda, yollarını aydınlatan ilim vardır.
d)DÜRZİLER

Çoğunluğu Şam'da yaşayan Dürzi'lerin, Hakimilerle büyük bir ilişkisi vardır.
Bunların durumlarının ne olduğu bugün bilinmemektedir. İnanç ve davranışlannı komşularından, eş ve dostlarından saklarlar. Durumlarının ne olduğunu Allah daha iyi bilir.
e) HAKİMİYYE

Bunlar İslâmî sınırları aşan aşırı uçlardandır. Hakimiye fırkasında olanların bir kısmi; «Allahın nurunun yeryüzünü aydınlatması» meselesinde çok aşırı gitmişler, Allah'ın, imama hulul ettiği görüşüne varmışlar ve imama ibadet etmeye davet etmişlerdir.
Bu aşırı gurubun reisi, Allah'ın, kendisine hulul ettiğini (girdiğini) iddia eden ve insanları kendine ibadet etmeye çağıran, Fatımi devletinin başkanlarından «el-Hâkim bî-Emrillah» dır. Bu kişi, önce kendini gizledi, daha sonra bazı rivayetlere göre öldü, bazılarına göre ise öldürüldü. Tercih edilen görüş, Hâkim'in, bir kısım akrabaları tarafından öldürüldüğüdür. .
«el-Hâkim bî-Emrillah»‘ın müridleri ve kendisinden sonra ortaya çıkan mezhebine tâbi olanlar Hâkim'in öldürüğünü kabul etmezler. Onun gizli yaşadığını ve birgün döneceğini iddia ederler.
İşte bu fırkaya «Hakimiyye» adı verilir.
f) NUSAYRİLER

Bu fırka mensupları, Hakimîler gibi Şam'da yaşamışlardır. İsnaaşeriyye fırkasıyla beraber bulunmuşlardır. Daha doğrusu bunlar, İsnaaşeriyye'ye mensup olduklarını iddia ederler.
Nusayriler, ehli beyt'e mutlak bir bilgi verildiğine, Hz. Ali'nin ölmediğine, onun ilâh olduğuna veya ilâha yakın bir derecede bulunduğuna inanırlar. Nusayrîler, şeriatın, bir zahiri bir de bâtını olduğu ve bâtınını imamların bildiği hususunda, Batınîyye fırkasıyla birleşmektedirler.
Bunlara göre nur, asrın imamının üzerine doğar, onu şeriatın hakikatlarını, zahirini değil, bâtınını anlamaya sevkeder.
Kısaca bu fırkanın görüşleri Şii fırkalarına mensup olan ve bir çok Şiilerin reddettikleri aşırı görüşlerin bir karışımıdır. Bunlar, halihazırda hiçbir mensubu bulunmayan kâfir Sebeiyye fırkasından «Hz. Ali'nin Allah olduğu, onun ebediliği ve tekrar döneceği» görüşünü almışlar, Batınıyyeden ise, «şeriatın bir zahiri bir de bâtını» olduğu görüşünü almışlardır.
Bu fırkanın îleri gelenlerinden bir kısmı müridlerini esrarla uyuşturarak yoldan çıkarıyorlar ve kendilerine bağlıyorlardı. Bunun içindir ki tarihte bunlar «Haşşaşîn» (esrarcılar) diye adlandırılmışlardır.
Günümüzde İslâm dünyasının muhtelif yerlerinde Şîa mevcudu kesin bir istatistik bulunmamasına rağmen %7 - %9 arasında tahmin edilmektedir.
SONUÇ

Şîa fırkaları arasında müşterek nokta İmamet esasıdır. Düşüncelerine göre Cenab-ı Hak Hz. Peygamber'i İslâm dinini yaymak için göndermiş, o da peygamberlik görevini yerine getirerek yirmi üç sene süreyle Allah'ın dinini neşretmiştir. Hz. Peygamber'in inanç ve amel yönünden yirmi üç sene zarfında gerçekleştirdiği ıslah hareketinin O'nun ölümü ile ortadan kalkması Allah'ın hikmetine uygun düşmez. Bu sebeple Hz. Peygamber'in faaliyetlerinin boşa gitmemesi ve devam etmesi için nübüvvetle eş değer olan bir imamet müessesesi gereklidir. İslâm dünya durdukça devam edecek bir ilahî din olduğuna göre bütün zamanlar boyunca, Hz. Peygamber adına dinî konulara çözüm getirecek ve İslâm ümmetini yönetecek bir imama zaruri olarak ihtiyaç vardır. Bu imamın Hz. Peygamber'in neslinden olması gereklidir.
©2011:theschk parlak
 


Kaynak: http://www.msxlabs.org/forum/din-ilahiyat/333979-tarikatlar-kultler-mezhepler-sia-siilik.html#ixzz1eQksujEk

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder