30 Kasım 2011 Çarşamba

Asıl Kerbela Olayı

Asıl Kerbela Olayı

Peygamber Efendimizin Kızı, Hz.Fatıma Hicretin 4.Yılında Şaban ayının 5.Gününün akşamında Hz.Hüseyini Medine de dünya’ya getirdi. İmam Hüseyin dünya’ya geldiğinde Cebrail(a.s) 1000(Bin) Melek ile Peygamber Efendimizin Huzuruna gelip tebrik etti. Peygamber Efendimiz torununa Hüseyn adını verdi. Cebrail tekrar söze girdi torunun hüseyn Kerbela Çölünde susuz şehit edilecektir dedi.Ve Peygamberimiz göz yaşlarına boğuldu.

Hicretin 60.yılının Recep ayında Muaviye öldü.Ve oğlu Yezidi yerine bırakmak istemişti.Yezid Medine Valisi olan Velid Bin Utbe bir mektup yazarak bütün Medine halkından ve özelliklede Hüseyn’den kendisi için biat almasını, biat etmediği taktirde başını bedeninden ayırıp kendisine göndermesini emretti.

Velid, Mervan’ı yanına çağırdı ve ona bu durumu anlattı. Mervan Hüseyn’nin bunu kabul etmeyeceğini ve onun öldürülmesi gerektiğini söyledi. Velid ise asla bu yükü omuzlarıma almam dedi. Ve Velid elçi göndererek Hüseyn eve davet etti. Hüseyn Ehlibeytinden 30 kişi ile oraya gitti ve asla biat etmeyeceğini dile getirdi.

Hüseyn Hicri 60.yılının Şaban ayının 3.günü Mekke’den Medine’ye hareket etti. Iraklı olan Kufe Halkı Hz.Hüseynin Mekke’ye geldiğini ve yezide biat etmediğini duyunca, Süleyman Bin Surad-i Hüzari’nin evinde toplandılar .Süleyman Hüseyn taraftarı konuşmalar yaptı ve onun Irak’a davet etmelerini Hüseyn geldiğinde Yezid’i Kufe’den çıkarıp Şam’a göndereceğini söyledi.Hz.Hüseyn toplam 12000(12 Bin) mektup aldı. Hz.Hüseyn hiç cevap yazmıyordu. Nihayetinde Hz.Hüseyn; Amcası Oğlu olan ,Müslüm Bin Akil’i Irakın Kufe şehrine orada neler olup bittiğini öğrenmek üzere gönderdi.Müslüm Kufe şehrine ulaştı ve orda Muhtarın evinde kaldı.Müslümün gelmesine sevinen Hz.Ali taraftarları ziyarete geliyorlardı.
18 Bin kişi Hüseyn’e biat etti.Müslümün geldiğini öğrenen Yezid Kufe Valisini görevden aldı ve kendi adamı olan İbni Zİyad-ı Kufe şehrinin valisi olarak atadı.Yezid Valiye kesin emir vererek Müslümü öldürmesini emretti.Müslüm Muhtarın evinde birkaç gün kaldıktan sonra Hz.Aliyi seven Hani’nin yanına sığındı.Yezid’in adamı olan Vali durumu biliyordu ve Hani’yi huzuruna çağırarak ona Müslüm’ü teslim etmesini istedi Hani de bunun asla olmayacağını gerekirse  ölebileceğini söyledi.Vali emir vererek orada Hani’yi şehit etti.Ve Valinin adamları Hani’nin evine giderek Müslüm’ü oradan aldılar ve Zalim Valinin önüne getirdiler.
Vali, yezide biat etmesini aksi taktirde onu öldüreceğini söyledi.Müslüm bunun asla olmayacağını bu uğurda can vereceğini söyledi.Vali Müslüm’e  o kadar vurdu ki burnunu kırdı ve sakalı kanlar içinde kaldı.Müslümü Sarayın en üstüne çıkarıp aşağı attırdı ve onuda orada şehit etti.Hz.Hüseyn bu durumdan habersiz akrabaları ile Mekkeden Irak’a doğru yol çıktı.Hicret ayının 3.günü Melekler Hz.Hüseynin yanına geldi ve yardıma geldik Ya Hüseyn dedi.Allahu Teala bizi sana yardım etmemiz için görevlendirdi.Hz.Hüseyn Kerbela Çölünde yanıma gelin diye buyurdu.Hz.Hüseyn daha Irak yolundayken Irak’ın Kufe şehrinde ki büyük, Hz.Ali dostlarına mektup yazdı.Kays Bin Musahhar ile bu mektubu yolladı.
Kufe şehrine girişte arama yapmak istediler ve Kays mektubu yırtmak zorunda kaldı.Ve görevliler onu Valinin karşıısına getirdi.Vali o mektubu kimlere götürüyordun dedi.Kays Valinin tehdit ve ısrarlarına rağmen mektunu kimlere teslim etmesi gerektiğini söylemedi.Vali ;Kasya 2 şey karşılığı hayatını bağışlayacağını söyledi ya mektubu kime getirdiğini söyleyecek yada Minbere çıkıp Hz.Aliye ve Hz.Hüseyne küfür edecekti.Kays Minbere çıkmayı tercih etti.Minbere çıkıp öleceğini bilmesine rağmen Hz.Ali ve Hz.Hüseyn taraftarı konuşmalar yaptı ve Vali’nin emriyle orada şehit edildi.

Bu arada Hz.Hüseyn Kufe yolundayken karşısına Hürr komutasında Bin atlı asker çıkıp yolunu kesti fakat savaşmadı Kerbela’ya kadar hep rahatsız etti.

Hz.Hüseyn Muharrem ayının 2.günü kerbela’ya geldi. Hz.Hüseyn bir ara uyuklama esnasında  Dedesi Hz.Muhammed’i gördü. Ve Peygamber Efendimiz; Yanıma geleceksin hüseyn dedi. Hz.Hüseyn gece olunca yandaşlarına kadınları ve çocukları gizlice götürmesini söyledi. Fakat onlar Hz.Hüseyni yalnız bırakmayacağını bir kez daha dile getirdi. O gece düşman ordusundan olan Ömer Bin Sad ordusundan 32 kişi Hz.Hüseynin tarafına geçti.Aşura sabahı Hz.Hüseyn orduyu ikna etmek için konuşma yaptı fakat Hürr den başkası biat etmedi ve kimse dinlemedi.Geri döndü ve namaza durdu bu esnada Ömer Sad ileri çıktı ve il oku fırlattı.Ve Hz.Hüseyn tarafına ok yağmuru başladı.

Vahap Hz.Hüseyn tarafına geçti ve savaşmaya başladı, 2 elide kesildi ve şehit oldu.
Müslüm Bin Avsece orduya karşı savaşmaya çıktı ve o da şehit oldu.
Amr Bin Kırta-i Ensari Hz.Hüseyn den savaşma izni istedi. Ve izin aldıktan sonra savaş meydanına çıktı biraz savaştıktan sonra geri geldi ve Hz.Hüseyn’e gelen okların karşısına geçerek orada şehit oldu.
Sonra Amr Bin Kırta-i Ensarinin kölesi Cevn öne çıktı. Oda izin istedi ,Hz.Hüseyn git kurtuluşa git dedi ve savaş esnasında şehit oldu.
Hanzelet İbni Sad-i Şami orduyu uyardı ama dinlemedi Hz.Hüseynin yanına geld,i zaman gelmedi mi Ya Hüsen dedi ve savaşa katıldı, kahramanca savaştıktan sonra şehit oldu.

Savaşa biraz ara vermişlerdi. Hz.Hüseyn öle namazını korkarak kıldı. Ordudan bir ok fırlatıldı tam o esnada Said Abdullah kendini siper etti ve şehit oldu.

Ehlibeyt’ten birkaç kişi kalmıştı  Hz.Hüseynin oğlu Ali Ekber meydana çıktı. Savaştı ve yorulunca geri geldi babasından su istedi Babası Hz.Hüseyn git savaş,  az kaldı Cennetin ırmaklarından oluk oluk su içmene dedi ve savaş meydanına gözü dolmuş bir şekilde yolladı. Ve Biraz savaştıktan sonra şehit oldu.
Yüzü ayparçası gibi olan bir geç çıktı meydana Hz.Hasan’ın oğlu Kasım Bin Hasan dı savaşırken İbn-i Fuzeyl-i Azdi bir kılıç darbesiyle başını yardı. Yere düştü Amca dedi. Hz.Hüseyn Adeta bir Arslan gibi meydana atıldı ve düşmana saldırmaya başladı. Hz.Hüseyn İbn-i Fuzeyl-in karşısına çıktı ve dirsekten kolunu kopardı. İbn-i Fuzeyl öyle bir bağırdı ki  ordu bu sesi duydu.

Hz.Hüseyn beşikteki  ki oğlu olan Aliasger’in susuz olduğunu gördü ve onu göysüne alarak Yazık değil mi bu bebeğe bu ırmaktan hristiyanlar su içiyor siz Peygamber torununa su vermiyorsunuz  dedi. Ordu buna bebeğin boğazına ok fırlatarak cevap verdi. Küçücük daha bebek olan Hz.Hüseynin oğlu Aliasger orada şehit oldu.

Hz.Hüseyn ve Kardeşi olan Ebul Fazl çok susamıştı. Ebul Fazl su getirmek için Fırat Nehrine ilerledi.(Bir Rivayete Göre
)Bu arada ordu komutanları arasında şu konuşma geçmekteydi. Eğer Abbas ordan su getirirse bu savaşı kaybederiz diyen askere Komutan şöle cevap verdi; Merak etme, Fırat Nehrinin yanında 4 Bin zırhlı asker var ordan çıkmasının imkanı yok dedi.Abbas suyun yanına geldi,su içebilirdi fakat aklına kardeşi Hüseyn geldiği için su içmedi  ordan su aldı geri dönmesine izin vermediler ordu 4 koldan cepe çevre sardı cesur ve yiğitçe savaştı fakat 2 kolunu da kaybetti ve orada şehit düştü.
Bu olaydan sonra Hz.Hüseyn savaşmak için gelen bütün düşmanlarla mücadele ediyor  güçlü bir şekilde savaşıyordu.
30 Bin kişi Hz.Hüseynin heybetinden korktuğu ve onunla savaşmak istemediği için sağa sola kaçışıyorlardı.
Bir ara Hz.Hüseyn yoruldu geri çekildi ve dinlenmek için bir yere oturdu çok yarası vardı ve otururken yarası bir taşa çarptı ve kanamaya başladı kan durmuyordu Hz.Hüseyn yüzünü silerken  Ordudan yükselen bir ok sırtına isabet etti. Hz.Hüseyn  oku çıkardı ve oluk oluk kan akmaya başladı.Ve ordudan bir asker Hz.Hüseynin yanına geldi ,Hz.Hüseyn ayağı kalkıp savaşmak istiyordu fakat derin yaraları vardı, savaşacak gücü kalmamıştı artık.Asker Hz.Hüseyne küfür etmeye başladı ve arkadan boynuna vurdu orada Hz.Hüseyni şehit etti..
Bu durumu gören ve henüz ergenlik çağına girmeyen Abdullah İbn-i Hasan amcasının ardından meydana çıktı ve çıkar çıkmaz da şehit oldu.(Ehlibeyt  dostu olan Muhtar Hz.Hüseynin başını koparan askeri yakalayıp parmaklarını , el ve ayaklarını kestirdi.)
Ömer Bin Sad ordusu Çadırlara saldırdılar, yağmaladılar ve 10 atlı asker Hüseynin bedenin üzerinde at koşturuyordu.(Muhtar bu 10 kişiyi yakalattı, ellerini yere çiviletti ve üzerlerinde ölene kadar at koşturdu)
Ömer Bin Sad ordusu Ehlibeytten kalanları kufeye götürdü. Kadının biri, başları açık ayakları yalın ehlibeytten olan kadınlara giysi verdi. Kufe halkı pişmandı ağlıyordu.Sırasıyla Hz.Alinin  kızı Zeynep hutbe okudu, Hz.Hüseynin kızı Fatıma hutbe okudu, Hz.Alinin kızı Ümmü Gülsüm ve Hz.Hüseynin oğlu Zeynel Abidininin hitabesinden sonra halk dövündü ve ağladı.

Hüseynin başı Yezidin adamı olan vali İbni Ziyad’ın önüne getirtildi.4.İmam Zeynel Abidin ve halası Zeynep valinin sözlerine karşılık veriyor ve ona yaptıklarının ne kadar zalimce olduğunu anlatıyordu. Vali onları öldürmek istedi fakat yardımcılarından biri,bir kadının sözünden ötürü onu öldürmek size yakışmaz efendim dedi ve Vali affetim öldürtmeyeceğim dedi.Onları kufe’nin büyük cami yanında bir eve yerleştirdi.Vali tekrar emir vererek Hüseyn’nin başını şehir şehir dolaştırdı.
Vali minbere çıktı ve Allah’ın kendisine yardım ettiğini ve iyi ki Hüseyni öldürttüğe şükrediyordu. Cemaatten birisi, 2 gözüde kör olan Abdullah yüksek sesle konuşmaya başladı.
Sen kendini Müslüman mı sanıyorsun birde utanmadan minbere çıkıp böbürleniyorsun dedi. Vali adamlarına işaret ederek onu yakalamasını emretti. Adamlar Abdullah’ın etrafını sardı. Fakat ansızın Abdullah’ın Amcaoğulları ayağı kalktı ve çevresini saran görevlileri yarıp geçerek Abdullahı çekip çıkardılar. Vali bu duruma sinirlendi ve arkalarından adam yolladı. Bu arada Abdullah’ın taraftarları çoğalmıştı.Küçük çaplı savaş başladı.Ve Abdullah savaştıktan sonra yakalandı ve Valinin önüne getirildi.Abdullah küfürler etmeye başladı ve orada canın alarak şehit ettiler.
Vali ;emrin den çıkmadığı Yezid’e mektup yazdı ve Hüseyni öldürdük, ailesi de esirimizdir dedi.Hüseynin başı ve Ehlibeyti Şam’a götürüldü.Merkez caminin yanın da yaşlı bir adam yanlarına yaklaştı ve tövbe ederek Hüseyne biat etti.Bu durumu duyan Zalim Yezid yaşlı adamı öldürttü.
Yezidin önüne Hüseynin başı ve  ehlibeyti getirildi.Yezid Hz.Hüseynin dişlerine ve kafasına çubukla vuruyordu.Şamlı bir adam Hüseyn’nin kızı Fatımayı göstererek Cariye olarak istedi.Fakat onları Rum esirlerden zannetmişti, çok zaman geçmeden anladı ve çok pişman oldu hemen isteğinden vaz geçti ve yezid’e küfürler etmeye başladı ve öldürtüldü.
Sonra Yezid Ehlibeyti tavanı olmayan bir eve yerleştirdi. Rum padişahının elçisi  Yezid’in yanına geldi. Yezid, Hz.Hüseynin ölümünden sonra her gün içki ve eğlence geceleri düzenlemekteydi. Rum Padişahının elçisi  O mübarek başı gördü ve bu kimindir dedi, yezid gülerek Muhammedin torunu Hüseyn dir dedi.Elçi söze şöyle başlardı; ben Davun(a.s)’ın soyundan geliyorum arada nice babalar,dedeler var fakat bana hala saygı duyuluyorsa sen nasıl Peygamber torununu arada bir ana soyu varken onu katilce öldürtebiliryorsun yazıklar olsun dedi ve Hz.Hüseynin başına sarılıdı, ağlamaya başladı.Bu duruma çok sinirlenen Yezid onu da orada öldürttü.
Yezid Ehlibeytten kalan 2 erkeği yanına çağırdı. Alibin Hüseyn ve Zeynel Abidin.4.İmam Zeynel Abidin Allahın Taktiri İlahisi olsa gerek Soyun yürümesi için onu savaş esnasında hastalandırmıştı.Ve bu yüzden savaşa katılamamıştı. Yezid Alibin Hüseyn benden 3 şey iste yapayım dedi. Alibin Hüseyn hemen sıraladı;
1=Babam Hüseynin mübarek başını 1 kez daha göreyim,
2=Bizden gasp edilmiş mallarımızı geri verin,
3=Eğer beni öldürme niyetin varsa bu ehlibeytten kalanları medine’ye yanlarında bir asker ile gönder. Yezid söze karışdı;
1.isteğin asla gerçekleşmeyecektir. Fakat sana istediğinin 2 katı para verebilirim dedi. Ve son olarak istediğin şeyde odur ki Ehlibeyti Medine’ye götürecek bir tek kişi vardır ki oda sensin ve seni bağışladım dedi.200 dinar verdi, Zeynel Abidin bu parayı kabul etmedi ve fakir olan halka dağıttı.
Ve Ehlibeytten kalanlar geldikleri yer olan Medine’ye geri gönderildi kendi topraklarına geldiler. Ve 12 İmamdan olan Zeynel Abidin den sonraki imamlar sırasıyla burada dünyaya geldi.Hz.Hüseyin'in kanıyla hayat tazeleyen İslam Sancağı
yezitlerin düşmanlık ve zulümüne rağmen hep En
Doruktalarda Dalgalanacaktır...
‘’Allahu Teala bizi ehlibeyt yolundan ayrımasın’’(Amin)






KERBELA OLAYINDA ÖNCE VE KERBELADA ŞEHİT OLAN EHL-İ BEYT

İmam Hüseyin..... Kerbelaya varmadan önce;
Müslim Akil ile Şehit olanlar :

1. Müslim bin Akil
2. Muhammed bin Müslim Akil
3. Ibrahim bin Müslim Akil
4. Meşkur ( Akil oglularini zindandan kurtaran zindanci)
5. Hani ( Müslim bin Akil´i evinde saklayan)
6. Muhammet bin Kesiyr
7. Mahdum Bin Muhammet Kesiyr
8. Kays bin Arabi
9. Gülam Selam (Basra´da Şehit oldu)

Kerbelâda İmam Hüseyinle (a.s.)
birlikte şehit olanlar :

1. Hür bin Riyah
2. Ali bin Hur
3. Urve bin Gulam Hur
4. Mis´ab bin Riyah Hur
5. Abdullah Arm bin Kelbi Ebu Talip

6. Berir bin Hasini Hamadani
7. Veheb bin Kelbi
8. Ömer bin Halil
9. Halil bin Ömer
10. Said bin Hanzala
11. Ömer Abdullah Muhyi
12. Vekkas bin Malik
13. Serih bin Ubeyd
14. Müslim bin Avsece
15. Mahdum bin Müslim

16. Hilal bin Raf´i
17. Abdurrahman bin Abdullah
18. Yahya bin Müslim Mazeni
19. Abdurrahman bin Ürve
20. Maik bin Enes
21. Ömer bin Muta
22. Hasim bin Utbe Vakkas
23. Fazl bin Ali Mürteza
24. Habib bin Mezahir
25. Hamza bin Harir

26. Zeyd bin Muhacir Cafi
27. Enes bin Ma´kel
28. Zehir bin Hassan
29. Cafer bin Müezzin
30. Yusuf bin Haris
31. Maik bin Utbe
32. Faris
33. Hanzala bin Sa´d
34. Zeyd bin Ziyad Saabi
35. Sa´d bin Abdullah
36. Cebave bin Haris
37. Ömer bin Cebave
38. Muhammed bin Mikdad
39. Abdullah bin Deccane
40. Saad bin Gulam Mevley-i
41. Kays bin Rebia
42. Sit bin Seyyid
43. Ömer bin Ferrat
44. Müslim bin Hammad
45 Abdullah bin Müslim
46. Cafer bin Akil
47. Abdurrahman bin Meczub Ilahi Sarib
48. Muhammed bin Abdullah Cafer
49. Muhammed bin Avf Abdullah
50. Avn bin Avf
51. Abdullah bin Imam Hasan
52. Muhammed bin Enes
53. Sa´d bin Deccane
54. Firuzan
55. Kasim bin Imam Hasan
56. Ebubekir bin Imam Hasan
57. Osman bin Ali
58. Avn bin Imam Ali
59. Abdullah bin Imam Ali
60. Abbas bin Imam Ali
61. Ali Ekber bin Imam Hüseyin
62. Ali Asgar bin Imam Hüseyin
63. Imam Hüseyin bin Imam Ali

sivas imranlı kevenli köyü

Doğançal Köyü İmranlı - Sivas

Serbülent Kanat - Oy Anêy (Kürtçe Ağıt)

Kocgiri-Bermalyamin

Kürtce Agit - Cemal Cinar - Hatun Cinar

ARIX METİN ÖZTEM-QILIQO NİNE

HER YER KERBELA..................

HER YER KERBELA..................




Yeryüzünün dört bucağında mazlum kanının oluk oluk aktığı bir zamanda Kerbela'yı hatırlamanın vaktidir: Ben Kerbela'yım, Ali'nin gözyaşıyım, etiyim, kanıyım, canıyım. Peygamber'in katında kim Ali'den daha değerli olabilir ki! Ben Ali'nin hüznüyüm, ben Hüseyin'im. Şehitlerin efendisi Hamza'yım ben.
Savaş alanına gönderilen Ali'nin kılıcıyım, Zülfikar'ım ben. Hangi söz benden daha keskin olabilir ki! Ben Zeynep'in gönül sırrıyım. Sakine'nin ruhuyum.
Cebrail'in kanadıyım, Muhammed'in yetimiyim. Beni O yetiştirmişti, kendisi de yetimdi, yetimlerin sığınağıydı. Ben onun eviyim, onun soyu, onun kanıyım, Kerbela'yım ben. Serden geçenlerin otağıyım, cesaret ve erdemin çadırıyım, bana gelin. Çok inanmışın yolunu kesmiş, kılıcına çok mazlum kanı bulaşmış biriydi Hürr. Düşman safından çekilip bana gelirken önce Eba Abdullah'la karşılaştı. Harem çadırının önünde bekliyordu. Ona selam vererek, 'ben günahkarım, yüzü karayım, yolunuzu kesen o suçlu kimseyim...' diyerek af diledi. Çocuklarım Hürr'ü görmüş, ürkmüşlerdi. Bağışlanmak için yalvarıyordu. Tövbe ediyor, dönüyordu. Bana, dönüşünün kabul edilip edilmediğini sordu. 'Neden olmasın' dedim, 'dönen, hiç işlememiş gibidir'. Dünyalar onun oldu, sevindi, gönlü şenlendi. 'Artık' dedi, 'kanımı sizinle, sizin yolunuzda akıtmam için bana izin verin. Bana fırsat verin, kılıcım size kastedenlerin kanını döksün.' Eba Abdullah, 'ey Hürr' diye seslendi, 'sen bizim konuğumuzsun, in atından, seni kabul edelim'.
Bir keresinde Muaviye'ye şöyle bir mektup yazmıştım: 'Seninle savaşmamam, görevimi hakkıyla yerine getirememe gibi bir kusurla karşı karşıya kalma kaygısındandır.' Herkes sanıyordu ki korkuyorum, zalimlerle savaşmanın gerekli olmadığına inanıyorum. Oysa Mekke'yi terk ederken bıraktığım yazılı notta şöyle demiştim: 'Bozgunculuk, azgınlık ve zulüm yapmak için Medine'den ayrılmamıştım ben. Dedemin ümmetini düzeltmek, babamın yolunu diriltmek için kıyam ediyorum.'
Zulme direnen kahramanlar nerede?
Müslim'in şehit olduğunu öğrendiğimde, 'acaba' dedim, 'adaletin yerle bir edildiğini görmüyor musunuz? Bütün bu bozgunculuğu ve onu yapanları görmüyor musunuz? Kimse zulme ve fesada karşı direnmiyor, görmüyor musunuz? Böylesi bir dünyada, müminlerin canını hiçe sayması gerekmiyor mu? Ben İmam Hüseyin'im, ödevim de budur, bu yüzden kıyam ediyorum. Dünyanın zulüm kılıcıyla doğrandığı bir zamanda ölümü sonsuz mutluluğun kapısı biliyorum. Zalimlerle ve zorbalarla birlikte yaşamaktansa ölmeyi seçiyorum.' Bin kişilik bir süvari birliğinin gözetiminde beni Kufe'ye götürürlerken, onlara şöyle dedim: 'Allah'ın ilkelerini değiştirmeye kalkışan, inanmışların ortak malını bir kişinin tasarrufuna veren, sınırları çiğneyip tersyüz eden, Müslümanların kanını değersiz gören zalim bir sultanın yaptıklarını görür de sessiz kalırsanız, yarın onun yerine siz ateşe atılırsınız. Bugün saltanat sürenler böyledirler. İlahi sınırları hiçe sayıp çiğniyorlar. Müslümanların beytü'l-malını yağmalıyorlar. O halde sessiz kalmayın, onlar gibi olmayın. Dedemin ilkelerini uygulamak öncelikle bana düşer.' Herkesi bir kan korkusu sarmıştı. Yüreği ateşteki tencereden daha kızgın olanların öfkesi üstün geldi. Şimr bunlardan biriydi, söz aldı, ayağa kalkıp şöyle dedi: 'Ey emir, o, kuşkusuz yanılıyor, Hüseyin artık senin avucundadır, şayet bu kargaşadan kurtulursa, seni asla yaşatmaz ve iş daha da zorlaşır. Görmüyor musun, onun ne kadar çok yandaşı, babasının ne kadar çok bağlısı ve izleyeni var, ne kadar çok seviliyor, yarın buraya akın edecek ve dünyayı başına yıkacaklar.' Ubeydullah'ın içinde uyuyan nefret ateşi harlandı, dalgınlıktan sıyrılır gibi toparlandı, kendine geldi ve, 'haklısın' dedi Şimr'e. Sa'd'ın oğluna hiddetlenerek, 'bu adam neredeyse aklımızı karıştırıp bizi yanıltacak ve gafilce avlanmamıza neden olacaktı.' Zaman yitirmeksizin bir mektup yazdı ona, 'seni oraya, bize öğüt veresin diye göndermedik, sen bir görevlisin, ne söyleniyorsa uyacak, ne emrediliyorsa yapacaksın. Sana neyi buyuruyorsam, sorgulamaksızın uygula, eğer buna uymayacaksan derhal görevini bırak ve kenara çekil.' Şimr, mektubu alıp, Tasua gününün ikindi vakti Kerbela'ya ulaştı. Hüseyin için en sıkıntılı gündü bu gün, kuşatma altındaydı. Şimr, Sa'd'ın oğlu Ömer'e mektubu verdi.
'Ben, Peygamber'in torunuyla savaşmayacağım, onun kanını dökmeyeceğim' diyeceğini sanıyordu, böylece boynunu vuracak ve yerine geçecekti. Umduğu gibi olmadı. Otuz bin kişilik ordu, Hüseyin'in çadırını çevreledi, taşkın bir sel gibi akmaya, kaynamaya başladı. Atların ve insanların çığlıkları karıştı, çölde yankılandı. Zeynep, çadırda, hasta olan Zeynelabidin'in başındaydı. Hemen dışarı fırladı. Düşman birlikleri çemberi daraltıyordu. Hüseyin'in çadırına koştu, 'kalk kardeşim kalk' dedi, 'olanları görmüyor musun? Bak neler oluyor?' Hüseyin, 'sakin ol' dedi, 'şimdi dedemle konuşuyorum. Bana, Hüseyin'im diyor, yakında bana geleceksin, cennette birlikte olacağız, ayrılık sona eriyor.' Zeynep çadırın perdesini araladı, gözü dönmüş düşmanın çığlıklarını dinledi, gökyüzüne baktı. Yıldızlar kayıyor, yanıp sönüyor, kızıl bir gökkuşağı beliriyordu. Hiçbir şey, Aşura gecesi kadar Zeynep'e zor gelmemişti. Çadırına döndü. Silahların hazırlanması gerekiyordu. Ebuzer'in azatlısı Cevn yan çadırda silah hazırlığı yapıyordu. Hüseyin, 'bu gece çadırlarınızı birbirine yaklaştırın' demişti. Zeynelabidin'in hasta yattığı, Zeynep'in başında iyileşmesini beklediği o gece, yan çadırda Hüseyin, Cevn'in yardımıyla kılıcını biliyor ve şöyle diyordu: 'Ey zaman! Ne kadar zalimsin! İnsandan dostlarını alırsın! Evet böylesin. Ama hiçbir şey senin elinde değildir. Biz, O'nun buyruğuna baş eğmişiz.' Zeynep hıçkırıklarını içine gömüyor, Zeynelabidin'le birlikte soluğunu tutmuş Hüseyin'i dinliyordu. Nihayet kendini tutamadı, yeğeniyle birlikte hıçkırıklarını bıraktı, 'n'olurdu böyle bir günü görmeseydim! Allah'ım, canımı alsaydın da böylesi bir acıya tanıklık etmeseydim!' diye yakararak Hüseyin'in çadırına gitti. Başını göğsüne yasladı.
Hüseyin, 'güzel kardeşim' diyordu, 'sakin ve sabırlı ol, şeytan şefkat ve merhametini senden gidermesin. Dedem Allah'ın habercisiydi, senden benden üstündü, babam, annem ve kardeşim benden öndeydi, değerliydi. Bak hepsi ahiret yurduna göçtü. Ben de onların yanına gidiyorum, gerçek yurduma kavuşuyorum.' Zeynep, 'canım kardeşim' dedi, 'doğru söylüyorsun, bizden öncekiler gitti. Dedem, babam, kardeşlerim dünyadan ayrıldı. Varlığıyla yüreğime huzur veren birkaç kişi vardı. Eğer seni de yitirirsem, bundan böyle, bu dünyanın ağırlığına nasıl dayanırım?' Hüseyin, hemen Abbas'ı çağırdı. 'Yanına birkaç kişi al, gidip bir yokla bakalım, bir haber var mı?' Abbas gitti ve onlara, 'kardeşim ne zaman çarpışacağımızı öğrenmek istiyor' dedi. Ömer, 'ona söyle' dedi, 'ya teslim olacak veya ölecek' Abbas döndü, sözünü iletti. Hüseyin, 'teslim olmayacağız' dedi, 'kanımızın son damlasına kadar savaşacağız. Şimdi git, onlara da hatırlat, bu, Hüseyin'in bir gece daha yaşamayı ganimet bilmesi demek değildir. Bu geceyi, Rabb'ime niyaz ve yakarışta bulunmak için geçirmek istiyorum.' Hüseyin, geceyi kulluk ve niyazla geçirdi. Gün ışırken dostlarına şöyle seslendi: 'Sizler benim göz aydınlığımsınız. Hepinizden memnunum ve size teşekkür borçluyum. Hiçbir kaygı ve korku yok içimde. Şunu iyi bilin, onların derdi benim. Eğer bana uyduysanız, hepinize izin veriyorum, özgürsünüz. En küçük bir gönül kırıklığı duymam, kendisi de rahat olsun.' Herkes, 'Senin yolunun kurbanıyız biz' diye seslendi. Kerbela günün ilk ışıklarıyla yıkanırken çarpışma başladı.
Onlar yanarken, ben nasıl serinlerim?
Kasım on üç yaşındaydı. Hasan'ın yadigarıydı. Boyuna uygun bir kılıç bulunamamıştı. Silahsız, sadece cesaretiyle sürmüştü atını. Başına aldığı bir kılıç darbesiyle attan düştü. Yuvarlandıktan sonra, kanlar ve acılar içinde, 'amca yardım et, amca beni bul, bana yetiş' diye inledi. Ömer'in askerlerinden gözü dönmüş onlarca kişi, boynunu vurmak için çevresinde toplanmıştı ki, Hüseyin'in avına doğru hareketlenen bir aslan gibi atını üzerlerine sürdüğünü gördüler. Tilkiler gibi kaçışmaya başladılar. Kasım'ın başını gövdesinden ayırmak için ilk yeltenen kişi, kendi atının ayakları altında parçalandı. Çevreyi öylesine bir toz duman kaplamıştı ki göz gözü görmüyordu. Kargaşa dindikten sonra, Hüseyin, başını dizine aldı Kasım'ın. Ağlıyordu. Kasım, başını Hüseyin'in göğsüne iyice gömüyor, acıyla kıvranıyor, ayaklarını yere vuruyordu. Daha fazla dayanamadı ve çırpınarak ruhunu teslim etti. Hüseyin, cansız bedenini kucaklayarak çadırlara doğru yürüdü. Hüseyin, kana bulanmış bedenine baktı, onlarca hançer yarası, kılıç gölgesi gördü. Sonra bir serinlik yayıldı başına. Baktı, bir bulut gördü. 'Böylesi bir anda, güneşin yakıcı sıcağını örten de kim?' 'Seni' diye seslendi bulut, 'doğumunda babana müjdeleyen, kundağını annenle birlikte saran benim, ben bulut değil Cebrail'im, söyle ne yapayım senin için, canımı iste vereyim.' 'Niçin geldin' diye seslendi Hüseyin, 'gölge etmene razı değilim, kanatlarını çek, gökten beni seyreden dedeme engel oluyorsun. Bırak beni, git onların üzerine aç kanatlarını. Durma, Necef'e ulaştır haberimi, oğlun ölüyor ey Ali yetiş de, son bir kez basmak için onu bağrına koş, acele et... Gelsin, alsın başımı göğsüne, sarsın sarmalasın beni, Kufeliler de görsün, benim Ali gibi bir babam var.'
Gözü doymayan düşman, ah ki ne ah!
Cebrail kanatlarını yaydı çöl ateşinde yatan bütün şehitlerin üzerine. Bir yağmur gibi, herkesin üzerine eşit yağdı. Hüseyin seslendi, 'durma git annemi getir bana, beni bu ateş değil, annemin özlemi dağlıyor.' Cebrail eğildi, kanatlarını Hüseyin'in kanına sürdü. Hüseyin'in kalbinden bir çığlık yükseldi. Cebrail göklere doğru havalandı, gözden yitti. Düşmanın gözü doymuyordu. Malik çıkageldi bu kez. Kanla yıkanmış başına kılıcını bir kez daha indirdi. Başı parçalandı, dağıldı. Yetmedi, Ebulhuluk atıldı, yayını gerdi, oku yaralı başına fırlattı. Hasin çıktı öne, dişlerini kırdı Hüseyin'in. Ebu Eyyub ardındaki onlarca kana susamışla sökün etti. Yaralı bedenine kimisi ok attı kimisi mızrak sapladı, kimisi taşladı... Ebu Eyyub, hırsını alamayıp bir oku eliyle sapladı gırtlağına. Onlar vurdukça Hüseyin şükrediyordu. Kanla yıkanan ellerini kaldırıp sabrediyordu. Ansızın bir ses duyuldu, yerle göğün arasından bir ses geldi. Yer ve gökler titredi, Cebrail'di bu, Hüseyin'e usulca yaklaştı. Kanatlarıyla yaralarını sıvazladı, selamların en güzeliyle selamladı, müjdelerin en büyüğünü verdi. 'Çekilin, kenara çekilin, peygamberlerin sonuncusu geliyor, Hüseyin'in ziyaretine dedesi geliyor.' Hüseyin'in mutluluğuna diyecek yoktu. Bedenindeki yaralar bir anda iyileşti, kan durdu, acılar dindi, susuzluğu bitti. Cebrail, müjdeliyordu, 'çekilin, kenara çekilin, Allah'ın aslanı geliyor, ötelerin sultanı oğluyla özlem gidermeye geliyor. Ciğerleri zehirle parçalanmış olan Hasan geliyor, geceleri uykusunu feda eden annesi geliyor, gözlerini bağlamak, çekip yanına almak için kadınların en hayırlısı geliyor.' Hüseyin gözlerini açınca Peygamber'i gördü. Başını dizlerine almıştı, dedesini gördü. Acılarını unuttu, candan geçti, yüreğinde güller patlamaya başladı, kızıl bir gülşene dönüştü. Düşmana çevirdi bakışlarını, soluğu yetesiye bağırdı, 'Zeynep'in kan ağlama vakti geldi, öldürün beni! Can üzre bırakmayın beni, acele edin, bu zalim dünyadan kurtarın, öldürün beni. Dünya sizin olsun, beni asıl yurduma gönderin!' Gözü dönmüş bir başkası atıldı bu kez, hançeri kalbine sapladı. Ben Kerbela'yım, beni bir ağıt tuttu. Hüseyin görünmüyor, nurdan halelere sarılmış. Hüseyin'i Cebrail'ler örtüyor, gözlerden gizlendi. Ben Hüseyin'in yüreğiyim, sadece o görünüyor. Katiller korkuyla geri çekildiler. Başında Ali'yi gördüler.
Ali onlara da göründü. Kanat çırpan melekler göründü, Cebrail göründü. Ben Hüseyin'in kandan ve nurdan görünmeyen bedeniyim, yapayalnızım. Ondan başka ilah yoktur, çölden göklere yükseliyor sesim. Peygamber'in sakalına kan bulaştı, Hüseyin'in kanıyla yıkandı. Zalimleri kan tuttu, çöl kan denizine döndü. Hüseyin'in ağıdıyla yeri göğü doldurdu Fatma. Sakine çadırlarda kan ağladı, Zeynep bulutlara karıştı. Kıyamet Aşura günü için yas tuttu. Peygamberler ağladı, dünyanın çarkı çevrildi. Necef şahı başına vurup ağladı, figanı dünyayı yuttu. Peygamber imamesini alıp başını açtı. Gök ve yer titremeye başladı, Cebrail kanatlarını çekti. Diller tutuldu, gözler süzüldü, eller kırıldı, kollar düştü. Hüseyin'in yaralı sinesi cellat çizmesiyle ezildi. Nasıl kıydın ceylana kansız avcı? Sana bu söz yetmez, sana kıyamet gerekmez. Sana cennet gerekmez cehennem gerekmez. Nasıl kıydın Fatma'nın masumuna, Ali'nin canına, Muhammed'in gözbebeğine? Sana dünya gerekmez, ahiret gerekmez. Sana söz yetişmez, ateş yetişmez. Su vermeden hangi kurban kesilmiştir ey mel'un, dili dudağı kavruldu masumun, susuz kaldı, bir damla su verin. Boğazını hangi hançer keser ciğeri ateşle kavrulmuşun? Ben Kerbela'yım ey Muhammed. Gözlerimden yaş değil kan akar, çöl ateşinde zulüm hançeri yedim, zalime yakalandım ey Muhammed. Dağlanan yüreğimin hakkı için, günahsız dökülen kanların hakkı için ey Muhammed, yalvar O'na, güzel isimlerinin hatırı için yakar, kalkış günü yolundan gidenleri bağışlasın. Son sözü, tanıklık oldu Hüseyin'in. Gökler kara giyindi, yer sarsıldı ey Hüseyin. Saba rüzgarı esti, Cebrail tacını alıp ağladı ey Hüseyin. Kandiller söndü, Kerbela kanla yıkandı, ey Hüseyin. Sakine zalimlerin pençesine düştü, dostlarının evi talan edildi ey Hüseyin. Kerbela garibini susuz öldürdüler, Allah'ın gökleri yıkıldı ey Hüseyin!"


-------------------------------------------------------------------------------










KERBELA - Alevi-Bektaşiler Ehl-İ Beyt ve şehitleri için yas tutuyor…

Kerbela
Ramazan geldiğinde, dini kullanmak için amansız bir yarışa giren ve hiçbir riyakarlıktan geri durmayan medyamız görmese de, TRT’miz AKP-RT haline geldiği için yasımızı umursamasa da, içinde bulunduğumuz 7-18 Aralık günlerini kapsayan on iki gün, Alevi-Bektaşiler için büyük bir üzüntüyle anımsanan Kerbela Katliamının 1330. Yıldönümüdür. Bu elim olayda İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in sevgili torunları İmam Hüseyin, sevgili evlatları ve O’nun haklılığına inandıkları için yanında bulunan insanlar, Emevi Halifesi Yezit’in kastı sonucunda öldürüldüler.
 
Düştü Hüseyn atından Sahra-yı Kerbela'ya,
Cebrail git haber ver Sultan-ı Enbiyaya.
 
Kerbela olayı tarihsel ve toplumsal anlamda, toplu kıyımların en zalim ve acımasız olanlarından biridir. Bir kıyım olarak Kerbela’yı anmamak ve ona yanmamak elde değildir. Bu kapsamda Kerbela Katliamının boyutlarını algılayabilen herkes, Kerbela için yanar, tutuşur: O’nun anısını yaşatmak için bir şey yapmak, orada katledilenleri anmak, üzülenlerle aynı yerde saf olmak ister.
 
Bu olayda İslam Halifesi Muaviye oğlu Yezid, İslam Peygamberinin: “Hüseyn bendendir, ben Hüseyn’denim; Allah Hüseyn’i seveni sevsin, sevmeyeni helak etsin” dediği işte bu mazlumları acımasızca katletti. Katliam bununla da sınırlı kalmadı; suç, suçluya değil suçsuza yüklendi: Acı, acıyı verenden değil, acıyı çekenden, baskı, baskıyı yapandan değil, baskıya uğrayandan soruldu. Binlerce yıl, bu acının dinmesine yetmedi: Tazelendi, büyüdü, çoğaldı ve giderek insanlığın unutulmaz acılarından biri oldu. Alevi-Bektaşiler acılarını dile getirmek için ağıt türünün en anlamlı örneklerini Kerbela olayına hasrettiler. Bunlardan biri de yedi büyük Türkmen ozanından biri olan Pir Sultan Abdal’dır.

Damarlar yarıldı kanlar çağladı
Gökte melek yerde insan ağladı
Ay gün kara giydi kara bağladı
İmam Hüseynimin kanı nicoldu?

Dedesi Muhammet yanına geldi
Torununun elin, eline aldı
Arş’ta Fatma ana saçını yoldu
İmam Hüseynimin kanı nicoldu?

Katliamın muhatabı, İslam Peygamberinin soyudur: Katliamı düzenleyen ve bu amaçla Kerbela üzerine asker gönderen Muaviye oğlu Yezittir! İşte bu nedenledir ki, Alevi-Bektaşiler binlerce yıldır Muaviye, Yezit ve Mervan’lara ve bunların soyuna lanet ederler...
 
Hicretin 61. yılında (miladi 680) Muharrem ayının 7. Günü öğleye doğru, Yezit’in adamlarına karşı Kerbela’da direnen Hz. Hüseyin yandaşlarının suları çoktan bitmişti. Yaz sıcağı kavuruyor, çocuklar ‘su’ diyerek ağlaşıyorlardı! Su almak için Fırat’a gidenler, Yezit’in komutanı Ömer’in askerleri tarafından oklarla vuruluyor; su ve erzak teminine imkân verilmiyordu. Hz. Hüseynin tek umudu, Komutan Ömer’in insafa gelip su vermesiydi. Ömer’le konuştu fakat ikna edemedi. Ömer kuşatmayı daraltıyor; Hz. Hüseyin’in, çocuklarının ve arkadaşlarının susuzluktan ölmelerini bekliyordu.
 
Sonunda Ehlibeyt ve 72 yandaşı için sonucu belli olan savaş başladı. Küçük çocuklar, bebeler ve yaşlılar, uzaktan atılan oklarla öldürüldü. Hz. Hüseynin kardeşlerinin ve yeğenlerinin genç bedenleri teker teker toprağa düştü. 72 savaşçı, dağ gibi Yezit askerine karşı durdu ama kaderi değiştirmenin olanağı yoktu. Muharremin 10. Günü, önce 18 yaşındaki oğlu Ali Ekber, ardından meme çocuğu Ali Asgar babasının kucağında oklanarak vuruldu. Hz. Hüseyin'in vücudunda yet­mişüç darbe izi bulunmuştu… Hüseyin'i vurmaya gelenler “Müs­lüman’ız” iddiasıyla yaşıyor, namaz da kılıyorlardı. Hadise esnasında birbirlerine: “Acele edin, öğle namazı kazaya kalacak” diyorlardı.
 
Olanları gören Hz. Hüseyin, dedesi Hz. Muhammet’ten kalan kutsal emanetleri oğlu Zeynel Abidin’e teslim etti: Ölmeye hazırlandı. Temiz elbise giydi, başındaki peygamber sarığını yeniden bağladı; babasının kılıcı Zülfükar’ı boynuna astı, Hz. Hamza’nın kalkanını omzuna alarak hazırlığını tamamladı. Yaren ve yoldaşlarıyla vedalaştı; onlara Şam yönüne gitmelerini öğütleyerek Kerbela meydanına çıktı. Düşmana karşı tek başına vuruşurken, 10. Muharrem günü şehit oldu. Gövdesi Kerbela’da kaldı; kesik başı Küfe’ye, oradan da Şam’a götürüldü. Yezit bir değnek ile Hz. Hüseyin’in kesik başını ve ağzının içini karıştırırken, en büyük siyasal rakibinin soyunu kurutmanın huzuru içindeydi.
 
Alevi-Bektaşiler 7 Aralık’tan başlayarak 12 imam ve Ehlibeytin anısına 12 gün oruç ve yas tutuyor, ibadet ediyor, inançlarının gereğini yerine getiriyorlar. Binlerce yıl olduğu gibi olayları anımsayacak, üzülecek, Kerbela anısına yine susuz kalacak ve Ehl-i Beyt soyuna kastedenlere lanet yağdıracaklar! Kerbela Olayı, Alevi-Bektaşiler bakımından, hangi inançtan olursa olsun, hangi ulustan gelirse gelsin, zulme uğramış insanların acısını, insanlığın ortak acısı durumuna getirmenin yürek dağlayan bir anısıdır. Bu yüzden zalimliğin, sınır tanımaz acımasızlığın ve dinin siyaseten kullanılmasının en tipik örneğini teşkil etmesi bakımından bu olaya tekrar tekrar dikkat çekiliyor.
 
Devleti yönetenler, geleneksel inkârcılığını sürdürseler de, Aleviler, demokratik devlet hedeflerine bağlı kalmaya; kendilerini yok sayan bu devlete “devletim” demeye devam edecekler. Bu anlamda Yas-ı Muharrem Orucunun başladığını ve “ne olup, olmadığına” ilişkin bir açıklama/duyuruyu TRT’den bu yıl da beklediler!
Beklediler ama ne bir ses, ne de bir nefes duya bildiler!
Ve yüzyıllardır olduğu gibi yine yanıldılar…
 
Alevi –Bektaşilerin nefret ve laneti Muaviye, Yezit, Emevi ve Küfe’li anlayışınadır!
Emevi iktidar anlayışının, günümüz iktidar anlayışıyla ya da Sivas, Çorum, Maraş, Gazi katliamlarını gerçekleştiren ve arkasında duranlarla bir zihniyet ilintisi olabilir mi? Bizim esirgememize karşın, kendilerini o anlayışla ilişkilendirerek, Alevi istemlerine bu nedenle yasak koymuş olabilirler mi?
 
Değilse, bin yıldan bu yana süren ve günümüzde de devam eden bu yasak ve sansür niye?
 
Ehlibeyt yası tutan insanlığın acısını paylaşıyor, aşk-ı niyaz ediyorum.              
 
Murtaza DEMİR


---------------------------------halo-----------------------------------------------------



MUHARREM - (MATEM) ORUCU

Kerbela
Kerbela

Aşure
Aşure

MUHARREM AYI MATEM ORUCU VE AŞURE


Muharrem ayı Hicri takvimin birinci ayıdır. Onuncu günün de ismi, Aşure’dir. Tarihi kaynaklara göre milattan çok önce Arap, İsrail ve Fars milletleri tarafından, Muharrem ayının Aş;ure günü, kutsal kabul edilen ortak bir değerdir. Bugünün değerini ve kutsallığını, tarihler şöyle anlatıyor:

Adem atanın tövbesinin kabul edildiği gün.

Nuh Peygamber'in gemisinin karayı bulduğu gün.

İbrahim Peygamber'in Nemrut,un ateşinden kurtulduğu gün.

Musa Peygamber'in kavmini Firavun'un şerrinden kurtardığı gün.

Yunus Peygamber'in balığın karnından kurtulduğu gün.

Eyüp Peygamber'in dertlerine şifa bulduğu gün.

Saymakla bitiremeyeceğimiz bütün peygamberlerin refaha, kurtuluşa ve başarıya ulaştıkları gündür. Onun içindir ki Nuh Peygamber dahil ondan sonra gelen bütün peygamberler, Hz. Muhammed ve Hz. Ali de 10 Muharrem Aşure günü şükür ve senalarını ifade ederek, oruç tutmuşlar. Nuh Peygamber'in kurtuluş çorbasını pişirip fakir fukaraya yedirmişler, Hayır ihsan yapmışlar. Bütün tarihler o güne kadar olan, Muharrem ayının kutsallığı ve özelliğini böyle anlatırlar.

MATEM


Matem Farsça'dan gelen bir kelimedir. Türkçe'de anlamı: Çok sevilen değerli bir varlığı veya yakını kaybedildiğinde bu insanın günlük yaşamını etkiler; insanlar kederlenir, üzülür ağlar ve uzun bir zaman üstünden atamaz, eğlenemez, gülemez, neşelenmek istemez, hep günlerini üzüntü ile geçirdiği zaman dilimine Yas veya matem tutmak, demektir.Hz. Muhammed,in ölümünden 48 sene sonra, bütün peygamberlerin kutsal kabul ettikleri, oruç tuttukları Hicri 10 Muharrem 61 Cuma günü Miladi 10 Ekim 680 tarihinde, Kerbela denen Fırat Nehri,nin kenarında, kurda kuşa sebil olan Fırat suyunu, Hz. Muhammed,in torunlarına, Ehl-i Beyt,ten de tek kalan Hz. Hüseyin,ine ve onun mahsun yavrularına vermediler. Dünya da bugüne kadar bir eşi benzeri olmayan, insanlık aleminin yüz karası, görülmemiş susuz bir zulüm ve katliam işlendi.

Muharrem ayı denince? Aleviler için yas veya matem ay ıakla gelir. Bugüne kadar inancında, felsefesinde, itikatında, sevgisinde, Hz. Muhammed’e ve onun Ehl-i Beyt'ine canı gönülden Aşk-ı Muhabbetiyle bağlı olan Aleviler, onların sevgisi ile sevinmişler, kederi ile kederlenmişler, acılarına ağlamışlar, gördükleri zulüme de yas tutmuşlar. Zulüm edenleri de lanetle anmışlar.

Hz. Muhammed’e ve Ehl-i Beyt’ine inanıp iman edenler, onlara yapılan bu zulmün acısını hiçbir zaman unutmazlar. Hele Muharrem ayı gelince o zulmün kendilerine yapılmış gibi acısını hissederler. İşte o 12 gün, oruçlu halleriyle. Düğünlere, eğlenceli yerlere gitmezler, düğün nişan yapmazlar, fazla sulu yiyeceklerden güçleri oranında sakınırlar, yaşadıkları ortama göre, imkanları ve olanakları el veriyorsa traş olmazlar, iştahlarının çektiği güzel ve etli yemekleri yemezler.

Alevilikte oruç tutarken sahura kalkmak yoktur. Durumu özetleyecek olursak: Nasıl ki yakınlarınızdan birini kaybettiğiniz zaman, onun acısı ile bir zaman kederli, üzüntülü günler yaşıyorsanız. İşte 12 gün oruç boyunca da aynen öyle yaşanır.

Aşure

Matem Orucu bitiminde Aşure pişirilir. Aşure, tatlı bir çorba olup, birlikte yenilir veya evlere dağıtılır. Aşure çorbasında et bulunmaz. Buğday, fındık, ceviz veya meyvelerden oluşan 12 değişik üründen yapılır (tarif). Aşure Günü, Sünnilerin Ramazan Orucu bitiminde kutladığı Şeker Bayramı gibi bir bayram kutlaması değildir. Aleviler; Kerbela’da İmam Hüseyin’in oğlu Zeynel Abidin’in sağ kurtulduğu için mutludurlar, bu nedenle çorba tatlı olur.
Muharrem ayında Aleviler bir araya gelerek birlikte mersiyeler, şiirler, deyişler, Alevi önderlerinin kahramanlık öykülerini okurlar, anlatırlar, söylerler.

ORUCA NİYET ETMEK

Bism-i Şah…Allah Allah… Er Hak-Muhammed-Ali aşkına, İmam Hüseyin Efendimizin susuzluk orucu niyetine Kerbela’da şehid olanların temiz ruhlarına, Fatıma Anamızın şefaatına, Oniki İmamlar aşkına oruç tutmaya niyet eyledim. Ulu Dergah kabul eylesin...

AŞURE LOKMASI İÇİN DUA

Bism-i Şah…Allah Allah…
Barekallah. Şehidler Şahı İmam Hüseyin Efendimizin ve Kerbela şehidlerinin yüce ruhlarının şad olması için barekallah. Cümle erenlerin ruhu için barekallah. Yurdumuzun, Ulusumuzun, Cumhuriyetimizin esenlikte olması için barekallah. Ordularımızın güçlü olması için barekallah. Ahirete göçenlerimiz ve bugün yaşayanlarımız için barekallah. Gökten hayırlı rahmet, yerden hayırlı bereket vermesi için barekallah. Muhammed Mustafa, Aliyyel Mürteza, İmam Hasan, İmam Hüseyin, Kerbela Şehidleri ve Hünkâr Hacı Bektaş Veli hakkı için el-Fatiha ve salevat. Gerçeğe hü…

AŞURE YENDİKTEN SONRA OKUNACAK DUA

Bism-i Şah …Allah Allah…
Allah, Muhammed, Ali, Oniki İmam Efendilerimizin ruhu revanları, şâd ve handan ola. Münkir ve münafıklar mat ola, müminler şâd ola. Lokmalarımız dertlere deva ola.
Matem-i Hasan ve Hüseyin ola. Cümlemize haklı hayırlı kısmetler verilmesi için …
Nur-u Nebi, Kerem-i Ali, Pirimiz Hünkâr Hacı Bektaş Veli demine hü.





Muharrem Matem Orucu


Alevilerde Muharrem Matemi:

Hz. Muhammed`in kızı Fatma`nın ve Hz. Ali`nin oğlu Hz. Hüseyin, haksız olarak iktidarı ele geçirmiş olan Muaviye`nin oğlu Yezid`e biat etmeyi –onu halife olarak tanımayı- reddetti. Kufe halkının kendisini desteklemesi ve Kufe`ye davet etmeleri üzerine Hz. Hüseyin, 68 0yılında yaklaşık 100 kişi ile birlikte, İslam adına çeşitli zulüm ve haksız uygulamalar yapan Yezid`e karşı savaşmak üzere Mekke`den Kufe `ye hareket etti. Bugün Irak sınırları içinde olan Kerbela`da Yezid`in askerleri, Hz. Hüseyin ve taraftarlarının önünü keserek onları günlerce susuz bıraktılar ve sonunda Hz. Hüseyin savaşmak zorunda bıraktılar. Hicretin 61. yılının 10 Muharrem cuma günü (18 Ekim 680) öğle vakti Hz. Hüseyin`i ve toplam 72 kişiyi binlerce askerden oluşan Yezid`in ordusu şehit etti.

Hz. Hüseyin`in haksızlığa karşı bu cesur direnişi ve ölümüne mücadelesi, Anadolu Alevilerinde çocuk eğitiminde „haksızlığa karşı gelmek, haksızlık yapmamak, haksızlığa uğrayanların yanında olmak“ şeklinde önemli bir yer tutar.

Kerbela Katliamı, Anadolu Alevilerinde her yıl Muharrem ayında anılır ve lanetlenir. Bu katliamda hasta olması nedeniyle Hz. İmam Zeynel Abidin`in kurtulması ve Hz. Ali`nin soyunun devam etmesi nedeniyle de Allah`a şükredilir.

Gelenek olarak Muharrem orucu, Kurban Bayramından 20 gün sonra Muharrem`in 1. günü başlar. 2006 yılında 31. Ocak tarihi Muharremin başlangıcıdır.


2006 yılı için, 31. Ocak orucu için 30. Ocak akşamı yatmadan önce oruç tutmak üzere niyet edilecek. Niyetten sonra Muharrem Orucu başlar.Gece sahura kalkma uygulaması Muharrem Orucu'nda yoktur. Akşam olup güneş batınca yani karanlık çökünce oruç açılır. Matem orucuna başlamadan önce yaklaşık şöyle niyet edilir.

"Bismi Şah. Allah Allah. Erenlerin hikmetine. Er Hak- Muhammet-Ali`nin aşkına. Hz. İmam Hüseyin efendimizin susuzluk orucu niyetine. Kerbela Şehitleri'nin temiz ruhlarına matem orucu niyeti ile Hz. Fatma anamızın şefaatine. 12 imam, 14 masum-u pak efendilerimizin şevkine, 17 kemerbestler hürmetine. Hazır ve gaip gerçek erenlerin yüce himmetleri üzerimizde hazır ve nazır ola. Yuf münkire. La`net Yezid'e. Rahmet mümin'e Allah eyvallah. Hü"
(Noyan B. Bektaşilik Alevilik nedir? 2. Baskı Ankara 1987)

İlk 10 gün boyunca oruç açımında da su içilmemeye çalışılır. Su yerine hoşaf, meyve suyu gibi sulu içecekler içilebilir. Oruç süresince bıçağa ve kesici aletlere el sürülmez; Düğün-nişan-sünnet törenleri yapılmaz. Karı koca cinsel ilişkileri kesilir; kurban kesilmez ve et yenilmez. Matem boyunca hiç bir canlıya eziyet edilmez. 12 gün süren matem orucunu herkes kendi gücüne, sağlığına ve maddi olanaklarına göre tutar. Oruç açımının –dakikalarla belirlenmiş- belirli bir saati yoktur. Genellikle akşam karanlık olduğunda oruç açılır. Açlık giderilip duyuncaya kadar yenir.

Sağlığı yerinde olanlar oruç tutarlar. Sağlığı yerinde olmayanlar orucu tutmazlar ama diğer görevleri yerine getirebilirler. Bu onlar için oruç tutmuş kadar makbuldür. Amaç, kendine eziyet ya da kötülük yapmak değil, yapılabilecek kötülüklerin zulümlerin ve katliamların bir daha tekerrür etmemesi için anmak ve unutmamaktır.

Matem boyunca eğlencelerden ve zevk alınan şeylerden uzak durulur. Bazı yörelerde sakal kesmemek, yıkanmamak gibi adetler oluşmuşsa da, matemin dış görünüşle değil, gönülde Hz. Hüseyin`in uğradığı haksızlığı yad etmek ve haksızlığa karşı gelme geleneğini yaşatmak mateme daha uygundur. Kimsenin kalbini kırmamak, eli ile dili ile kimseyi incitmemek, gözü ile kimseye kötü gözle ve niyetle bakmamak kısacası nefsini terbiye etmek matem orucunun temel ilkesidir.

12 gün Muharrem Orucu tutulduktan sonra Muharrem Ayının 13. günü kurbanları tığlanır ve AŞURE dağıtılır.Kurban İmam Ali Zeynel Abidin`in Kerbela Katliamın`dan kurtuluşundan duyulan şükranı belirtir.

Muharrem ayında şehitleri anma duyguları, Alevilerin 7 ulu şairinden biri olan Fuzuli`nin “Saadete Ermişlerin Bahçesi” adlı eserinde en iyi biçimde dile getirilmiştir. Hz. Hüseyin`in şehit edilişini anlatan ağıtlara mersiye adı verilir ve Muharrem matemi boyunca mersiyeler okunur. Hz. Hüseyin`in haksızlığa karşı cesur direnişi ve ölümüne mücadelesi, Anadolu Alevilerinde çocuk eğitiminde „haksızlığa karşı gelmek, haksızlık yapmamak, haksızlığa uğrayanların yanında olmak“ şeklinde önemli bir yer tutar. Bunu desteklemek için; muharrem boyunca Kumru, Hüsniye, Buyruk ve bu kültüre hizmet verenlerin kitaplar ve diğer tarihi ve kültürel kitaplar okunur. On İki İmamlara ve diğer masum insanlara yapılan insanlık dışı olaylar, birbirlerine anlatılır.

Anadolu Alevilerinde İran Şiilerindeki gibi vücutlarına eziyet ve dövünmeler ve Kerbela Katliamını canlandıran piyesler yapılmaz. Manevi yönden çekilen acılar hissedilir ve anılır.

Alevi inancı şekilciliğe takılıp kalmayı değil, özü benimser. Şeklen ve dış görüntü ile anmak bizi zahiriliğe götürür; halbuki; öğretimiz gereği biz “batini” yani anlama önem veririz. Önemli olan İmam Hüseyin'in ve diğer Kerbela Şehitleri'nin çektikleri acıyı ve zorlukları beyninde, kalbinde ve gönlünde duymaktır. Bunun anlamını zamanımızın koşullarına uyarlayabilmektir. Onlar gibi düşünüp, onlar gibi bu zamanda da zalime karşı çıkıp, mazlumdan yana olmak haksız uygulamalara karşı çıkmaktır. Gelecekte bu türlü acıların çekilmemesi için gerekli uzun vadeli önlemler konuşulur. Eline-diline-beline sadık olup insanca ve onurluca yaşamak ilke edinilmiştir.


Bu toplumsal ve inançsal görevi Alevi Kültür Merkezleri; Muharrem boyunca daha çok etkinlik yaparak, daha çok Alevi öğretisini anlatarak ve tanıtarak yapıyorlar. Daha çok gencimizin saz, semah öğrenmesini ve öğretimizi sevmesini sağlamak en etkili ibadettir.

Aleviliğin temel kitaplarını, büyüklerimizin öğretici sözlerini ve zamanımızdaki anlamlarını anlatarak ve tartışarak Hz. Hüseyin ve 12 İmamları, onlara yaraşır bir şekilde anmış ve yad etmiş oluruz.



Muharrem`in 10. günü, aşure

(10 Muharrem Aşure Günü)
Muharrem`in 10. günü, aşure adında tatlı aşın adıdır. Aşure (bakla, nohut, buğday, kuru incir, nar taneleri, kestane, fındık, fıstık, kuru üzüm) gibi – 12 İmama adfederek- 12 farklı madde birlikte kaynatılarak ve içine (bazı yörelerde konmaz) şeker katılarak yapılan bir tatlıdır. Bazı yörelerde üstüne tarçın tozu ve ceviz içi serpilir.
Sözcüğün aslı “Aşura” olup arabi ayların ilki olan Muharrem ayının onuncu gününün adıdır. Hz. Adem`in ilk günahından dolayı ettiği tövbenin bugün kabul olduğu, Hz. İbrahimin bugün ateşten kurtulduğu, Yakup Peygamberin oğlu Yusuf`a bugünde kavuştuğu, Nuh`un bindiği geminin tufan bitip sular çekilince Cudi Dağı`na yine bugün oturmuş olduğu söylenti hep bu “Aşura günü”e atfedilir. Son söylentiye göre, Nuh, gemide kalan çaitli erzaktan tatlı bir çorba sini söylemiş, tufandan kurtulanlar o günü kutsayarak bayram etmişler ve bu çorbadan yemişlerdi.

Alevilerde Hz. Hüseyin`in Kerbela`da Muharrem ayının 10. günü bir Cuma gününde şehit edildiği için, onun ve onunla birlikte şehit edilenlerin ruhları için pişirilir ve dağıtılır olmuştur. Muharrem`in Onikinci günü; güneşin doğması ile beraber “Aşure” pişirilmeye başlanır. Aşure piştikten sonra aile efradına ve yakınlara birer kepçe ayrılır. Niyet tutanlar pişirilmiş aşure ile orucu açarlar ve o gün bir tam gün sayılır. Diğeri aşureyi bittiği yere kadar komşulara dağıtır. Aşure yaparken bütçe zorlanmaz. Eskiden yıl içinde evin anası her aldığı yiyecekten birer avuç tasarruf ederek aşure gününe kadar malzemeyi hazırlar ve o malzeme ile aşureyi yapardı. Böyle hazırlık görmeyen aileler de evinde bulunan malzeme ile aşureye katılım yaparlardı. Bu aşure dağıtılmaz, lokmacı elindeki kepçe ile her gelene birer kepçe verirdi.

İMRANLI :

İMRANLI :
imranli

Tarihi :
Yıllardır farklı mezheplerin ve kültürlerin kardeşçe bir arada yaşadıkları bir bölge olan İmranlı'nın uzun bir tarihi geçmişi yoktur. İlçenin ilk defa kimler tarafından ve ne zaman kurulduğu bilinmemekle beraber bölgenin kaderi 93 Harbi olarak bilinen 1876 Osmanlı-Rus savaşıyla değişmiştir. Bölgenin en eski meskunları Ermeniler olup sonrasında ise Kürt, Türkmen, Oğuz, Yörük ve diğer Türk kökenliler tarafından iskan edilen bölgenin geçmişinde çok yoğun bir orman dokusuna sahip olması da göze çarpar. Bu sebepten, önemli bir yerleşim yeri olan Zara'nın doğusunda kalan bu yörede dikkate değer bir yerleşim yeri bulunmamaktadır. Batılı araştırmacı Sinclair, 1372 yılında, Zara'nın doğusundaki bugünkü İmranlı civarının aşırı derecede ormanlaşmış olduğunu ve belki de bu yüzden çok az seyyahın Zara'nın doğusundaki şimdiki yolun istikametinde seyahat ettiğini ileri sürmektedir. İmranlı ve civarında önemli herhangi bir kentin olmaması ve bölgenin aşırı ormanlık olması gibi sebeplerden dolayı, 17. yüzyılda yaşamış olan Osmanlı seyyahı Evliya Çelebi dahi Sivas'tan Erzincan'a ve Erzurum'a Zara ve Suşehri üzerinden seyahat etmiştir. Bu tespit bazı Sivas Salnameleri (Yıllık) tarafından da desteklenmektedir. Hicri 1308 (1890/1891) tarihli Sivas Salnamesi'ne göre, Koçgiri (Zara) kazasının Abaş ve Çit nahiyelerinde görkemli bir orman bulunmaktadır.
imranli giris

Roma ve Bizans zamanında Aşağı Ermenistan olarak bilinen yörede Osmanlı son zamanlarına kadar Ermeni nüfusun fazla olduğu bilinmektedir. Selçuklu ve beylikler zamanında ise bölgeye Türkmen,Oğuz, Yörük ve diğer Türk boylarından göçler olduktan sonra Kanuni Sultan Süleyman ve Sultan Abdülmecit zamanındaki Kürt göçleriyle zaten fazla nüfusa sahip olmayan bölgenin demografisi yeniden şekillenmiştir. Kanuni zamanındaki Kürt göçü hakkında fazla bilgi olmamakla birlikte Sultan Abdülmecit zamanında Dersim bölgesinden Ermenilerin boşalttığı kuzeyde Kızılırmak'ın çıkış yatağı olan İmranlı bölgesine göçler olmuştur. Bu zamanda, bölgenin toprağı verimli, suyu ve havası temiz ve ormanları bol idi. Göçerlerin nüfusu İmranlı ve Divriği bölgesinde iyice artarak zamanla Koçgiri dokusu oluşmaya başlamış ve Koçgiri Aşireti bölgedeki en fazla populasyon olmuştur.

imranli manzarasi
19.yüzyılın son çeyreğinde, ‘93 Harbi' olarak da bilinen 1876-1878 Osmanlı-Rus Savaşları'ndan dolayı Erzurum ve Kars illerinden bölgeye devlet eliyle göçler yaşanmıştır. Göçmenlerin (Muhacir) sayısı çok fazla idi ve Koçgiri kazasına gelenlerin büyük bir kısmı devlet tarafından şimdiki İmranlı ilçe merkezinin bulunduğu bölgeye yerleştirilmişlerdir. Bugün İmranlı olan arazi satın alınarak onlara verilmiştir. 1870 Sivas Salnamesi'nde 271 hanedeki 1378 muhacirin bölgeye yerleştirildiği yer almaktadır. İmranlı'nın yazılı kaynaklarda geçen ilk ismi olan Çit Sahrası, bu göçlerden sonra nahiye olmuş ve böylece Çit Bucağı adını almıştır. Yazar Aziz B. Erdeşir Astrabadi'nin Farsça yazılan Bezm-i Rezm adlı kitabının 494. sayfasında Çit'den şöyle bahsedilmektedir. “Kadı Burhaneddin, Kemah Valisini tedip için Çit Sahrasında indi.” “Kadı Burhaneddin ve Devleti” adlı kitabında Doç. Dr. Yaşar Yücel de 143. sayfada aynı konudan bahsetmektedir. Bu bilgilere göre, yazılı olarak 1340 yılından beri İmranlı ve çevresi Çit olarak bilinmektedir. 1890'da Sultan II. Abdülhamit döneminde Hamidabad olarak değiştirilen nahiyenin ismi, Hicri 1321 (1905) Sivas Salnamesi'nde de Hamidabad olarak geçmektedir. Bölgeye ikinci göç hareketi 1911-12 yıllarında yaşanmış olup 1911 yılında ise Hamidabad ismi İmraniye olmuştur.
1 Ocak 1948 tarihinde çıkarılan bir kanunla İmraniye ilçe statüsüne kavuşmuş ve ismi İmranlı olarak değiştirilmiştir.
Sivas'ın Doğusunda yer alan ilçenin yüzölçümü 1229 km.kare, deniz seviyesinden yüksekliği (Rakım) ise 1650 metredir. Arazi genellikle bozkır ve tepeliklerden oluşmaktadır. Eskiden orman alanı fazla olmasına rağmen korunması ve bakımı yapılmadığından bugün yok denecek kadar azalmıştır. İlçeye kara iklimi özellikleri hakimdir. Çok eski bir yerleşim yeri olan İmranlı Zara'ya bağlı bir Bucak iken 1 Ocak 1948 yılında çıkarılan bir Kanun ile İlçe yapılmıştır. Önceleri Çit bucağı, daha sonraları Hamidabat olarak anılmıştır. En son Ümraniye olan ismi ilçe olmasıyla birlikte İmranlı olarak değiştirilmiştir. Tarihi eser olarak İmranlı Çeşmesi bulunmaktadır. Kızıldağ ve Kızılırmak'ın doğduğu yer ilçeye yakındır.
Yerleşim ve Nüfus Yapısı : Çeşitli sorunlarla yoğun gözlerin yaşandığı İmranlı ilçesi 102 köy, 16 mezra ve Karacaören köyünün zamanla buçaklaşmasıyla birde bucağa sahiptir. İlçe merkezinde sekiz mahalle olup merkez belediyeden başka Belediye bulunmamaktadır. 2000 yılı genel nüfus sayımına göre, ilçe nüfusu merkezde 7396, bucak ve köylerde ise 6565 olmak üzere toplam nüfus 13 bin 460'tır. Bu rakam 2000 yılı nüfus sayımlarında ilçede 831 artış, köylerde ise 397 adet azalma olduğunu gösteriyor. İlçe nüfusundaki bu artış kapatılan okullardaki öğrencilerin eğitim öğretimlerini devam etmek için aileleriyle birlikte ilçe merkezine yerleşmelerinden kaynaklanıyor.
İmranlı'nın Sivas'a uzaklığı: 106 Km.
Köy sayısı: 102
Mezra sayısı: 38
Belde sayısı: 1
Nüfusu:Toplam 13.500'dür (2000 yılı). Bu nüfusun 6.516 ilçe merkezinde, 6,944'ü ise köylerde yaşamaktadır.
Hastane sayısı: 1
Sağlık Ocağı sayısı: 4
Sağlık evi sayısı: 14
İlçede 1 Lise bulunmaktadır.
İmranlı Barajı : İlçe sınırlarında doğan ve ilçe merkezinden geçen Kızılırmak'tan sulama amaçlı olarak istifade ediliyor. Bu nehir üzerine kurulan İmranlı Barajı gerçekleştirildiği taktirde tarım ve enerji alanında ilçeye büyük yararlar sağlayacağı gibi baraj suyundan Zara, Hafik ve Sivas İl Merkezi de faydalanacak. 1994 Nisanında başlayan proje 4 Aralık 2003 tarihinde geçici kabul yapılarak bitirildi, ancak kanal çalışmaları hala devam ediyor
imranli baraji

İMRANLI KÖYLERİ :

AKÇAKALE KÖYÜ :
Eski adı "Ağcakale"dir. 1700 yılında Hocabey tarafın-dan kurulduğu rivayet edilir. Nüfusu 15 kişi; merkeze uzaklığı 25 km'dir.
sivas imranli akcakale köyü

AKKAYA KÖYÜ:
1700 yılında Akkaya kabilesi tararından kurulduğu söyle-nir. Nüfusu 27 kişi; merkeze uzaklığı 35 km'dir.
AKSU KÖYÜ:
Eski adı "Haliller"dir. 1870 yılında Haliller kabilesi tarafın-dan kurulduğu rivayet edilir. Nüfusu 60 kişi: ilçeye uzaklığı 26 km'dir.
ALACAHACI KÖYÜ:
1600 yılında Bedirhan Ağa tarafından kurulduğu rivayet edilir. Nüfusu 29 kişi: merkeze uzaklığı 24 km'dir.
Sivas imranli alacahi köyü

ALTINCA KÖYÜ:
Eski adı "Cefolar" dır. 1650 yılında Cafer Ağa tarafından kurulduğu söylenir. Nüfusu 37 kişi;merkeze uzaklığı 5 km'dir.
Sivas Imranli Altinca Köyü

ARDIÇALAN KÖYÜ:
Eski adı "Göleris"tir. 1750 yılında Şehsuvaroğulları tarafından kurulduğu rivayet edilir. Nüfusu 71 kişi; ilçeye uzaklığı 30'dir.
ARIK KÖYÜ:
1800 yılında, Kazo Fero adında bir şahıs tarafından kurulduğu söylenir. Nüfusu 104 kişi; merkeze uzaklığı 29 km'dir.
Sivas Imranli Arik Köyü

AŞAĞIBOĞAZ KÖYÜ:
Eski adı "Aşağıgirik"tir. 1893 yılında Molla İsmail ta-rafından kurulduğu söylenir. Nüfusu 90 kişi; ilçeye uzaklığı 15 km'dir.

AŞAĞIÇULHA KÖYÜ:
1680 yılında kurulduğu söylenir. Nüfusu 146 kişi; il-çeye uzaklığı 3 km'dir.
Sicas Imranli asagiculha köyü

AŞAĞIŞEHYLİ KÖYÜ:
Eski adı "Türkşıhlı"dır. 1700 yılında Kara Ali Baba tarafından kurulduğu söylenir. Köy halkı hep göç etmiştir.ilçeye uzaklığı 31 km'dir.
ATLICA KÖYÜ:
1870 yılında Hıdır Ağa tarafından kurulduğu söylenir.Eski adı "Ağızgir"dir. Nüfusu 31 kişi; ilçeye uzaklığı 22 km'dir.
AVŞAR KÖYÜ:
1750 yılında Ahmet Ağa tarafından kurulduğu söyle-nir.Nüfusu 33 kişi; ilçeye uzaklığı 31 km'dir.
AYDIN KÖYÜ:
Eski adı "Kürtyenice"; dir. 1700 yılında kurulduğu söyle-nir. Nüfusu 34 kişi; ilçeye uzaklığı 41 km'dir.
AYDOĞAN KÖYÜ :
Eski adı "Örenik"tir. Ne zaman ve kim tarafından ku-rulduğu bilinmemektedir. Nüfusu 34 kişi; ilçeye uzaklığı 50 km'dir.
Sivas Imranli Aydogan Köyü
BAHADUN (SARIÇUBUK) KÖYÜ:
Fincanı Büyük Mehmetağa Sülalesinden gelen Musaağa tarafından 1750 yılında kurulduğu söylenir. Nüfusu 75 kişi; ilçeye uzaklığı 28 km'dir.
Sivas Imranli Bahadun Köyü

BAĞYAZI KÖYÜ:
Eski adı "Bandıra" dır. 1700 yılında kurulduğu sanılan köyün kurucusu hakkında herhangi bir rivayet yoktur. Nüfusu 37 kişi; ilçeye uzaklığı 36 km'dir.
BAHTİYAR KÖYÜ:
1750 yılında Yağa Hüseyin tarafından kurulduğu söyle-nir.Nüfusu 85 kişi; ilçeye uzaklığı 36 km'dir.
BARDAKLI KÖYÜ:
Eski adı "Harami"dir. 1800 yılında Hacı Ali tarafından kurulmuştur. Nüfusu 16 kişi; ilçeye uzaklığı 25 km'dir.
BAŞLICA KÖYÜ:
Eski adı "Pirikân"dır. 1800 yılında Pircis isimli bir şahıs tarafından kurulduğu söylenir. Nüfusu 15 kişi;ilçeye uzaklığı 17 km'dir.
BECEK KÖYÜ:
1850 yılında Ahmet Beco tarafından kurulduğu söylenir. Nüfusu 19 kişi; ilçeye uzaklığı 19 km'dir.
Sivas Imranli Becek Köyü

BEĞENDİK KÖYÜ:
Eski adı "Yazıhacey" dir. 1700 yılında "Hacer" isimli bir kadın tarafından kurulduğu söylenir. Nüfusu 29 kişi; ilçeye uzaklığı 8 km'dir.
BOĞNAK KÖYÜ:
1750 yılında "Halil" isimli bir şahıs tarafından kuruldu-ğu söylenir. Nüfusu 47 kişi; ilçeye uzaklığı 33 km'dir.
Sivas Imranli Bognak Köyü

BOĞAZÖREN KÖYÜ:
Eski adı "Boğazveran" dır.1700 yılında "Digor" isim-li bir şahıs tarafından kurulduğu söylenir. Nüfusu 47 kişi; ilçeye uzaklığı15 km'dir.
Sivas Imranli Bogazören köyü

BORULAR KÖYÜ:
1856 yılında ikisi "Hasan" biri de "İsmail" adında üç kişi tarafından kurulduğu söylenir. Nüfusu 186 kişi; ilçeye uzaklığı 15 km'dir.
Sivas Imranli Borular Köyü

BULGURLUK KÖYÜ:
Eski adı "Karlaş"tır. 1700 yılında "Keleş İsmail" tara-fından kurulduğu söylenir. Nüfusu 35 kişi; ilçeye uzaklığı 5 km'dir.
CELALDAMI KÖYÜ:
1650 yılında " Cebo" isimli bir şahıs tarafından kurul-duğu söylenir. Nüfusu 14 kişi; ilçeye uzaklığı 24 km'dir.
CERİT KÖYÜ:
1650 yılında "Keleş Reşo" tarafından kurulduğu söylenir. Nüfusu 28 kişi; ilçeye uzaklığı28 km'dir.
Sivas Imranli Cerit Köyü

ÇALIYURT KÖYÜ:
1700 yılında "Mehmet Ağa" tarafından kurulduğu söyle-nir. Nüfusu 80 kişi; ilçeye uzaklığı 22 km'dir.
ÇANDAR KÖYÜ:
1700 yılında "Çınar Ağa" tarafından kurulduğu söylenir. Şu anda köy bomboştur. İlçeye uzaklığı 22 km'dir.
ÇUKURYURT KÖYÜ:
Kurucusu bilinmeyen bu köyün 1700 yılında kurulduğu söylenir. Nüfusu 102 kişi; ilçeye uzaklığı 6 km'dir.
DAĞYURDU KÖYÜ:
Eski adı "Mıstolar"dır. 1700 yılında "Mustafa" adında bir şahıs tarafından kurulduğu söylenir. Nüfusu 267 kişi; ilçeye uzaklığı20 km'dir.
DARISEKİ KÖYÜ:
1750 yılında "Ali"isminde bir şahıs tarafından kuruldu-ğu söylenir. Nüfusu25 kişi; ilçeye uzaklığı20 km'dir.
Sivas Imranli Dariseki Köyü

DELİCE KÖYÜ:
1820 yılında "Delice" adında bir şahıs tarafından kuruldu-ğu söylenir. Nüfusu 292 kişi; ilçeye uzaklığı 4 km'dir.
Sivas Imranli Delice Köyü

DEMİRTAŞ KÖYÜ:
Eski adı "Hasköy"dür. 1650 yılında "Kara Laçin" tara-fından kurulduğu söylenir. Nüfusu62 kişi; 16 km'dir.
Sivas Imranli Demirtas Köyü

DEREKÖY:

Kuruluş tarihi bilinmeyen bu "Temur Ağa" tarafından kurul-duğu söylenir. Nüfusu 18 kişi; ilçeye uzaklığı 34 km'dir.
DOĞANÇAL KÖYÜ:
Eski adı "Yazıfatey"dir. 1700 yılında "Fatey" adında bir kadın tarafından kurulmuştur. Nüfusu 33 kişi; ilçeye uzaklığı 3 km'dir.
EKİNCİK KÖYÜ:
Eski adı "Kâğnut"tur. 1650 yılında "Mustafa Paşa" tara-fından kurulduğu söylenir. Nüfusu 18 kişi; ilçeye uzaklığı 34 km'dir.
ERDEMŞAH KÖYÜ:
1700 yılında "Muharrem Ağa" tarafından kurulduğu söylenir. Nüfusu 10 kişi; ilçeye uzaklığı 44 km'dir.
ESKİDERE KÖYÜ:
1627 yılında "Eslüno" isimli bir şahıs tarafından kurul-duğu söylenir. Nüfusu 10 kişi; ilçeye uzaklığı 11 km'dir.
Sivas Imranli eskidere Köyü

ESKİKAPIMAHMUT KÖYÜ:
Kuruluş tarihi 1750 olup, kurucusu bilinmemek-tedir. Nüfusu 111 kişi; ilçeye uzaklığı 18 km'dir.
ESKİKEŞLİK KÖYÜ:
1700 yılında "Abbas" isimli bir şahıs tarafından kurul-duğu söylenir. Nüfusu 51 kişi; ilçeye uzaklığı 15 km'dir.
Sivas Imranli Eskikeslik Köyü

S.GELENLİ KÖYÜ:
1876 yılında bir kadın tarafından kurulduğu söylenir. Nüfusu 12 kişi; ilçeye uzaklığı 23 km'dir.
Sivas Imranli S.Gelenli Köyü

GELİNTARLA KÖYÜ:
Eski adı "Hoymeyik"tir. 1700 yılında "Mustafa" isimli bir şahıs tarafından kurulduğu söylenir. Nüfusu 52 kişi; ilçeye uzaklığı 28 km'dir.
GÖKDERE KÖYÜ:
1600 yılında, "Ali" adında bir şahıs tarafından kurulduğu söylenir. Nüfusu 30 kişi; ilçeye uzaklığı 19 km'dir.
GÖKÇEBEL KÖYÜ:
1600 yılında, "Bekir Ağa" tarafından kurulduğu söyle-nir. Nüfusu 149 kişi; ilçeye uzaklığı 19 km'dir.
GÖRÜNMEZKALE KÖYÜ:
1870 yılında, "Karabey" namında bir şahıs tara-fından kurulmuştur. Nüfusu 19 kişi; ilçeye uzaklığı 23 km'dir.
GÜVEN KÖYÜ:
Eski adı "Matı"dır. 1800 yılında, "Mete" isimli bir şahıs tarafından kurulmuştur. Nüfusu 19 kişi; ilçeye uzaklığı 37 km'dir.
KABAKTEPE KÖYÜ:
1850'li yıllarda "Sami Bey" isimli birş tarafından ku-rulmuştur. Nüfusu 3 kişiye düşen köyün ilçeye uzaklığı 25 km'dir.
KAPIKAYA KÖYÜ:
1600 yılında, “welo” isimli bir şahıs tarafından kurul-duğu söylenir. Nüfusu 87 kişi; ilçeye uzaklığı 28 km'dir.
Sivas Imranli Kapukaya Köyü

KAPIMAHMUT KÖYÜ:
1800 yılında, "Hacı Bey" tarafından kurulmuştur. Nüfusu 67 kişi; ilçeye uzaklığı14 km'dir.
Sivas Imranli Kapimahmut Köyü

Sivas Imranli Kapimahmut köyü tabelasi
KARABOĞAZ KÖYÜ:
1800 yılında, "Gümüşler" kabilesi tarafından kurul-muştur. Nüfusu 112 kişi; ilçeye uzaklığı 6 km'dir.
Sivas Imranli Karabogaz Köyü

KARACAHİSAR KÖYÜ:
1800 yılında, "Rüşvarlar" kabilesi tarafından kurul-muştur. Nüfusu 39 kişi; ilçeye uzaklığı 30 km'dir.
KARACAÖREN BUCAĞI:
Eski adı "Karacaviran"dır. 1800 yılında, "Süleyman Ağa" tarafından kurulmuştur. Nüfusu 137 kişi; ilçeye uzaklığı 30 km'dir.
Sivas Imranli Karacaören Köyü

KARAÇAYIR KÖYÜ:

1850'li yıllarda kurulmuş olup, kurucusu hakkında bil-gi veya rivayet yoktur. Nüfusu 56 kişi; ilçeye uzaklığı 13 km'dir. KARAHÜSEYİN KÖYÜ:
1856 yılından önce,"Kara İbi" tarafından kurulmuş-tur. Nüfusu 11 kişi; ilçeye uzaklığı 18 km'dir.
KARAPINAR KÖYÜ:
1852 yılında, "Mustafa Paşa" tarafından kurulmuştur. Nüfusu 20 kişi; ilçeye uzaklığı 23 km'dir.
KARATAŞ KÖYÜ:
1856'dan önce "Mahmut Bey" tarafından kurulmuştur. Nüfusu 112 kişi; ilçeye uzaklığı 21 km'dir.
Sivas Imranli Karatas Köyü


KARLIK KÖYÜ:

1850'li yıllarda "Mustafa Paşa" tarafından kurulduğu söy-lenir. Nüfusu 53 kişi; ilçeye uzaklığı 15 km'dir.
KASAPLAR KÖYÜ:
1780 yılında, "Süleyman" adında bir şahıs tarafından kurulduğu söylenir. Nüfusu 112 kişi; ilçeye uzaklığı 21 km'dir.
KAVALCIK KÖYÜ:
Eski adı "Köndül"dür. 1870 yılında, "Şappasoğulları" ndan "Kambur Hasan" tarafından kurulmuştur. Nüfusu 4 kişi; ilçeye uzaklığı 23 km'dir.
KEMERLİ KÖYÜ:
1800 yılında,"Mahmut Ağa" tarafından kurulmuştur. Nüfusu 9 kişi; ilçeye uzaklığı 13 km'dir.
Sivas Imranli Kemerli Köyü

KERİMOĞLU KÖYÜ:
1700 yılında,"Kerimoğlu Kerim" tarafından kurul-muştur. Nüfusu 19 kişi; ilçeye uzaklığı16 km'dir.
KEVENLİ KÖYÜ:
1650 yılında," Temir Ağa" tarafından kurulmuştur. Nü-fusu 49 kişi; ilçeye uzaklığı 15 km'dir.
KILIÇKÖY:
1670 yılında, "Zeynel Hoca" tarafından kurulmuştur. Nüfusu 57 kişi; ilçeye uzaklığı 10 km'dir.
KIZILMEZRA KÖYÜ:
1700 yılında, "Hüseyin" isimli bir şahıs tarafından kurulmuştur. Nüfusu 12 kişi; ilçeye uzaklığı 24 km'dir.
Sivas Imranli Kizilmezra Köyü

KIZILTEPE KÖYÜ:
1845'te "Süleyman Ağa" tarafından kurulmuştur. Nüfu-su 66 kişi; ilçeye uzaklığı 14 km'dir.
Sivas Imranli Kiziltepe Köyü

KOÇGEDİĞİ KÖYÜ:
Eski adı "Gelicek"tir. 1850'li yıllarda "Alişiroğulları" tarafından kurulmuştur. Nüfusu 29 kişi; ilçeye uzaklığı 29 km'dir.
KORUKÖY:
Eski adı "Gencolar" dır. 1650 yılında, "Gencooğllu" namında bir şahıs tarafından kurulmuştur. Nüfusu 50 kişi; ilçeye uzaklığı 17 km'dir.
KOYUNKAYA KÖYÜ:
1850'li yıllarda, "Semanoğulları" tarafından kurulduğu söylenir. Nüfusu 68 kişi; ilçeye uzaklığı16 km'dir.
KÖRABBAS KÖYÜ:
1790'da "Şadi" adlı bir şahıs tarafından kurulduğu söylenir. Köy nüfusu tamamen göç etmiştir. İlçeye uzaklığı 4 km'dir.
KUZKÖY:
1700 yılında, "Zekiran" aşireti tarafından kurulmuştur. Nüfusu 29 kişi; ilçeye uzaklığı 26 km'dir.
MADEN KÖYÜ:
1850'li yıllarda, "Memu" adında bir şahıs tarafından ku-rulmuştur. Nüfusu 265 kişi; ilçeye uzaklığı 14 km'dir.
MERKEZKILIÇLAR KÖYÜ:
1700 yılında, kurulduğu söylenen bu köyümüzün kurucusu bilinmemektedir. Nüfusu 26 kişi; ilçeye uzaklığı 16 km'dir.
ORTADARACIK KÖYÜ:
1800 yılında, "Kara Mustafa" tarafından kurulmuş-tur. Nüfusu 16 kişi; ilçeye uzaklığı40 km'dir.
Sivas Imranli Ortadaracik köyü

ORTAKÖY:
1760 yılında, "İsmail Ağa" tarafından kurulmuştur. Nüfusu92 kişi; ilçeye uzaklığı 27 km'dir.
PİREDEDE KÖYÜ:
1760 yılında, "Etimli Polo" tarafından kurulduğu söyle-nir. Nüfusu 48 kişi; ilçeye uzaklığı 11 km'dir.
REFİK KÖYÜ:
1856 yılından önce "Mahmut Bey" tarafından kurulmuştur. Nüfusu 19 kişi; ilçeye uzaklığı 32 km'dir.
SANDAL KÖYÜ:
1700 yılında, "Mahmut Ağa" tarafından kurulmuştur. Nü-fusu19 kişi; ilçeye uzaklığı.21 km'dir.
Sivas Imranli Sandal Köyü

SİNEK KÖYÜ:
1850'li yıllarda kurulan köyün kurucusu belli değildir. Nü-fusu18 kişi; ilçeye uzaklığı21 km'dir.
SÖĞÜTLÜ KÖYÜ:
1600 yılında, " Haydar" adında bir şahıs tarafından ku-rulduğu söylenir. Nüfusu 15 kişi; ilçeye uzaklığı 36 km'dir.
SÜVARİLER KÖYÜ:
1750 yılında, "Süvari" adında bir şahıs tarafından ku-rulmuştur. Nüfusu 46 kişi; ilçeye uzaklığı 35 km'dir.
TAŞDELEN KÖYÜ:
Eski adı "Kusura"dır. 1850'den önce "Ali Bey" tarafından kurulmuştur. Nüfusu 14 kişi; ilçeye uzaklığı 37 km'dir.
TAŞLICA KÖYÜ:
Eski adı "Tarabasaraplar"dır. 1750 yılında, "Esat Ağa" tarafından kurulmuştur .Nüfusu 28 kişi; ilçeye uzaklığı36 km'dir.
TOKLUCAK KÖYÜ:
Eski adı "Paççi"dir.1700 yılında, "Laçinoğlu" tarafın-dan kurulduğu söylenir. nüfusu 29 kişi; ilçeye uzaklığı 19 km'dir.
TOPALLAR KÖYÜ:
1700 yılında, "Cibo" adında bir şahıs tarafından kurul-muştur. Nüfusu 9 kişi; ilçeye uzaklığı17 km'dir.
TOPTAŞ KÖYÜ:
Eski adı "Kürtşeyhli"dir. 1856 yılında, "İsmail" adında bir şahıs tarafından kurulmuştur. Nüfusu 97 kişi; ilçeye uzaklığı 18 km'dir.
TUZÖZÜ KÖYÜ:
1700 yılında, "Haydar Ağa" tarafından kurulmuştur. Nü-fusu 17 kişi; ilçeye uzaklığı 36 km'dir.
TÜRKKEŞLİK KÖYÜ:
1815 yılında, Kars'tan gelen iki aile tarafından kurul-duğu söylenir. Nüfusu 472 kişi; ilçeye uzaklığı14 km'dir.
TÜRKYENİCE KÖYÜ:
Eski adı "Akoluk"tur. 1856 yılında, kurulan köyün kurucusu bilinmemektedir. Nüfusu 9 kişi; ilçeye uzaklığı 14 km'dir.
UYANIK KÖYÜ:
Eski adı "Bapsu"dur. 1856 yılında, "Karakülah" ve "Güvendikoğulları" kabileleri tarafından kurulmuştur. Nüfusu 230 kişi; ilçeye uzaklığı 26 km'dir.
UZUNTEMUR KÖYÜ:
1600 yılında kurulan bu köy, adını kurucusundan al-mıştır. Nüfusu 51 kişi; ilçeye uzaklığı 12 km'dir.
YAKAYERİ KÖYÜ:
Eski adı "Hindolar"dır. 1750 yılında, "Telli Bey" tara-fından kurulmuştur. Nüfusu tamamen göç etmiş olan bu köyün ilçeye uzaklığı 17 km'dir.
YAPRAKLIPINAR KÖYÜ:
Eski adı "Balolar"dır. 1700 yılında,"Hüsnü" adın-da bir şahıs tarafından kurulmuştur. Nüfusu 5 kişi; ilçeye uzaklığı 16 km'dir.
YAYLACIKKÖYÜ:
Eski adı "Yazıfidey" dir. 1700 yılında, "Fide" isimli bir kadın tarafından kurulmuştur. Nüfusu 38 kişi; ilçeye uzaklığı 3 km'dir.

Sivas Imranli Yaylacik Köyü

YAZIKAVAK KÖYÜ:
Eski adı "Kucurlar"dır. 1856'dan önce "Kucur Ağa" tarafından kurulmuştur. Nüfusu 55 kişi; ilçeye uzaklığı 15 km'dir.
YAZILI KÖYÜ:
Eski adı "Kürtkömüşlük"tür. 1800 yılında, Abduloğulları tarafından kurulmuştur. Nüfusu 19 kişi; ilçeye uzaklığı 28 km'dir.
YENİKENT KÖYÜ:
1700 yılında kurulan köyün kurucusu bilinmemektedir. Nüfusu 15 kişi; ilçeye uzaklığı 17 km'dir.
YENİKÖY:
1750 yılında kurulduğu söylenen köyün kurucusu bilinme-mektedir. Nüfusu 78 kişi; ilçeye uzaklığı14 km'dir.
YONCABAYIR KÖYÜ:
1850'li yıllarda Tunceli'den gelen birkaç kabile tarafından kurulmuştur. Nüfusu 83 kişi; ilçeye uzaklığı 47 km'dir.
YUKARIBOĞAZ KÖYÜ:
Eski adı "Yukarıgirik"tir. 1800 yılında,"Mahmut" ve "İbiş" isimli iki şahıs tarafından kurulduğu söylenir. Nüfusu 28 kişi; ilçeye uzaklığı 19 km'dir.
YUKARIÇULHA:
1800 yılında, "Halil Ağa" tarafından kurulmuştur. Nüfusu 165 kişi; ilçeye uzaklığı 5 km'dir.
Sivas Imranli YukariCulha Köyü

YÜNÖREN KÖYÜ:
Eski adı önce "Kaşlı" ve sonra "Cogi" dir. 1876 yılın-da kurulduğu söylenen köyün kurucusu bilinmemektedir. Nüfusu 27 kişi; ilçeye uzaklığı 32 km'dir.
Sivas Imranli Yünören Köyü
İMRANLI ALEVİ KÖYLERİ VE NÜFUSLARI:
Karacaören Nahiyesi (178), Akçakale (19), Akkaya (30), Aksu (Haliller) (57), Alacahaci (40), Altinca (Cefolar) (45), Arik (108), Asagibogaz (Asagigirik) (109), Asagiçulha (159),Asagiseyhli (Türksihli) (0), Atlica (Agizgir) (35), Avsar (40), Aydin (Kürtyenice) (38), Aydogan (Örenik) (62), Bahadun (Sariçubuk) (75), Bagyazi (Bandira) (47), Bardakli (Harami) (16), Baslica (Perikan) (60), Becek (55), Begendik (Yazihacey) (34), Boganak (53), Bogazören (Bogazveran) (95), Borular (220), Bulgurluk (Karlas) (36), Celaldami (14), Cerit (136), Çaliyurt (100), Çandir (2), Dagyurdu (Mistolar) (280), Dariseki (23), Delice (336), Demirtas (Hasköy) (100), Dereköy (32), Dogançal (Yazifatey) (36), Ekincik (Kagnut) (20), Erdemsah (14), Eskikapimahmut (155),Eskikeslik (72), S.Gelenli (15), Gökdere (49), Gökçebel (165), Görünmezkale (28) Kabaktepe (3), Kapikaya (90), Kapimahmut (79), Karacahisar (46), Karaçayir (70), Karahüseyin (13), Karapinar (20), Karlik (65, Karatas (130), Kasaplar (46), Kavalcik
(Köndül) (4), Kemerli (Kemreli) (14), Kerimoglu (28), Kevenli (48), Kiliçköy (68), Kizilmezra (21), Kiziltepe (74), Koçgedigi (Gilicek) (27), Koruköy (Gencolar) (58),Koyunkaya (77), Körabbas (0), Kuzköy (30), Maden (273), Merkez Kiliçlar (29),Ortakdaracik (22), Ortaköy (105), Sandal (21), Sinek (22), Sögütlü (22), Süvariler(58), Tasdelen (Kusura) (14), Taslica (Tarbasaraplar) (31), Toklucak (paççi) (36), Topallar (8), Toptas (Kürtsihli) (110), Tuzözü (21), Türkyenice (Akoluk) (14),Uzuntemür (63), Yakayeri (Hindolar) (10), Yapraklipinar (Balolar) (5), Yaylacik(Yazifidey) (46), Yazikavak (Kucurlar) (62), Yazili (Kürt Kömüslük) (21), YenikentKöyü (15), Yukaribogaz (Yukarigirik) (28), Yukariçulha (186), Yünören (Kasli-Cogi) (30), Yoncabayir (101).
Alevilerin yaşadıği Aşağışeyhli, ve Körabbas köyleri göç nedeniyle tamamen boşalmış, Yapraklıpınar, Yakayeri, Topallar, Kabaktepe ve Çandır köylerinin her birindeki nüfus 10'un altına inmiş olup boşalmak üzeredir..