Yeryüzünün dört bucağında mazlum kanının oluk oluk aktığı bir zamanda Kerbela'yı hatırlamanın vaktidir: Ben Kerbela'yım, Ali'nin gözyaşıyım, etiyim, kanıyım, canıyım. Peygamber'in katında kim Ali'den daha değerli olabilir ki! Ben Ali'nin hüznüyüm, ben Hüseyin'im. Şehitlerin efendisi Hamza'yım ben.
Savaş alanına gönderilen Ali'nin kılıcıyım, Zülfikar'ım ben. Hangi söz benden daha keskin olabilir ki! Ben Zeynep'in gönül sırrıyım. Sakine'nin ruhuyum.
Cebrail'in kanadıyım, Muhammed'in yetimiyim. Beni O yetiştirmişti, kendisi de yetimdi, yetimlerin sığınağıydı. Ben onun eviyim, onun soyu, onun kanıyım, Kerbela'yım ben. Serden geçenlerin otağıyım, cesaret ve erdemin çadırıyım, bana gelin. Çok inanmışın yolunu kesmiş, kılıcına çok mazlum kanı bulaşmış biriydi Hürr. Düşman safından çekilip bana gelirken önce Eba Abdullah'la karşılaştı. Harem çadırının önünde bekliyordu. Ona selam vererek, 'ben günahkarım, yüzü karayım, yolunuzu kesen o suçlu kimseyim...' diyerek af diledi. Çocuklarım Hürr'ü görmüş, ürkmüşlerdi. Bağışlanmak için yalvarıyordu. Tövbe ediyor, dönüyordu. Bana, dönüşünün kabul edilip edilmediğini sordu. 'Neden olmasın' dedim, 'dönen, hiç işlememiş gibidir'. Dünyalar onun oldu, sevindi, gönlü şenlendi. 'Artık' dedi, 'kanımı sizinle, sizin yolunuzda akıtmam için bana izin verin. Bana fırsat verin, kılıcım size kastedenlerin kanını döksün.' Eba Abdullah, 'ey Hürr' diye seslendi, 'sen bizim konuğumuzsun, in atından, seni kabul edelim'.
Bir keresinde Muaviye'ye şöyle bir mektup yazmıştım: 'Seninle savaşmamam, görevimi hakkıyla yerine getirememe gibi bir kusurla karşı karşıya kalma kaygısındandır.' Herkes sanıyordu ki korkuyorum, zalimlerle savaşmanın gerekli olmadığına inanıyorum. Oysa Mekke'yi terk ederken bıraktığım yazılı notta şöyle demiştim: 'Bozgunculuk, azgınlık ve zulüm yapmak için Medine'den ayrılmamıştım ben. Dedemin ümmetini düzeltmek, babamın yolunu diriltmek için kıyam ediyorum.'
Zulme direnen kahramanlar nerede?
Müslim'in şehit olduğunu öğrendiğimde, 'acaba' dedim, 'adaletin yerle bir edildiğini görmüyor musunuz? Bütün bu bozgunculuğu ve onu yapanları görmüyor musunuz? Kimse zulme ve fesada karşı direnmiyor, görmüyor musunuz? Böylesi bir dünyada, müminlerin canını hiçe sayması gerekmiyor mu? Ben İmam Hüseyin'im, ödevim de budur, bu yüzden kıyam ediyorum. Dünyanın zulüm kılıcıyla doğrandığı bir zamanda ölümü sonsuz mutluluğun kapısı biliyorum. Zalimlerle ve zorbalarla birlikte yaşamaktansa ölmeyi seçiyorum.' Bin kişilik bir süvari birliğinin gözetiminde beni Kufe'ye götürürlerken, onlara şöyle dedim: 'Allah'ın ilkelerini değiştirmeye kalkışan, inanmışların ortak malını bir kişinin tasarrufuna veren, sınırları çiğneyip tersyüz eden, Müslümanların kanını değersiz gören zalim bir sultanın yaptıklarını görür de sessiz kalırsanız, yarın onun yerine siz ateşe atılırsınız. Bugün saltanat sürenler böyledirler. İlahi sınırları hiçe sayıp çiğniyorlar. Müslümanların beytü'l-malını yağmalıyorlar. O halde sessiz kalmayın, onlar gibi olmayın. Dedemin ilkelerini uygulamak öncelikle bana düşer.' Herkesi bir kan korkusu sarmıştı. Yüreği ateşteki tencereden daha kızgın olanların öfkesi üstün geldi. Şimr bunlardan biriydi, söz aldı, ayağa kalkıp şöyle dedi: 'Ey emir, o, kuşkusuz yanılıyor, Hüseyin artık senin avucundadır, şayet bu kargaşadan kurtulursa, seni asla yaşatmaz ve iş daha da zorlaşır. Görmüyor musun, onun ne kadar çok yandaşı, babasının ne kadar çok bağlısı ve izleyeni var, ne kadar çok seviliyor, yarın buraya akın edecek ve dünyayı başına yıkacaklar.' Ubeydullah'ın içinde uyuyan nefret ateşi harlandı, dalgınlıktan sıyrılır gibi toparlandı, kendine geldi ve, 'haklısın' dedi Şimr'e. Sa'd'ın oğluna hiddetlenerek, 'bu adam neredeyse aklımızı karıştırıp bizi yanıltacak ve gafilce avlanmamıza neden olacaktı.' Zaman yitirmeksizin bir mektup yazdı ona, 'seni oraya, bize öğüt veresin diye göndermedik, sen bir görevlisin, ne söyleniyorsa uyacak, ne emrediliyorsa yapacaksın. Sana neyi buyuruyorsam, sorgulamaksızın uygula, eğer buna uymayacaksan derhal görevini bırak ve kenara çekil.' Şimr, mektubu alıp, Tasua gününün ikindi vakti Kerbela'ya ulaştı. Hüseyin için en sıkıntılı gündü bu gün, kuşatma altındaydı. Şimr, Sa'd'ın oğlu Ömer'e mektubu verdi.
'Ben, Peygamber'in torunuyla savaşmayacağım, onun kanını dökmeyeceğim' diyeceğini sanıyordu, böylece boynunu vuracak ve yerine geçecekti. Umduğu gibi olmadı. Otuz bin kişilik ordu, Hüseyin'in çadırını çevreledi, taşkın bir sel gibi akmaya, kaynamaya başladı. Atların ve insanların çığlıkları karıştı, çölde yankılandı. Zeynep, çadırda, hasta olan Zeynelabidin'in başındaydı. Hemen dışarı fırladı. Düşman birlikleri çemberi daraltıyordu. Hüseyin'in çadırına koştu, 'kalk kardeşim kalk' dedi, 'olanları görmüyor musun? Bak neler oluyor?' Hüseyin, 'sakin ol' dedi, 'şimdi dedemle konuşuyorum. Bana, Hüseyin'im diyor, yakında bana geleceksin, cennette birlikte olacağız, ayrılık sona eriyor.' Zeynep çadırın perdesini araladı, gözü dönmüş düşmanın çığlıklarını dinledi, gökyüzüne baktı. Yıldızlar kayıyor, yanıp sönüyor, kızıl bir gökkuşağı beliriyordu. Hiçbir şey, Aşura gecesi kadar Zeynep'e zor gelmemişti. Çadırına döndü. Silahların hazırlanması gerekiyordu. Ebuzer'in azatlısı Cevn yan çadırda silah hazırlığı yapıyordu. Hüseyin, 'bu gece çadırlarınızı birbirine yaklaştırın' demişti. Zeynelabidin'in hasta yattığı, Zeynep'in başında iyileşmesini beklediği o gece, yan çadırda Hüseyin, Cevn'in yardımıyla kılıcını biliyor ve şöyle diyordu: 'Ey zaman! Ne kadar zalimsin! İnsandan dostlarını alırsın! Evet böylesin. Ama hiçbir şey senin elinde değildir. Biz, O'nun buyruğuna baş eğmişiz.' Zeynep hıçkırıklarını içine gömüyor, Zeynelabidin'le birlikte soluğunu tutmuş Hüseyin'i dinliyordu. Nihayet kendini tutamadı, yeğeniyle birlikte hıçkırıklarını bıraktı, 'n'olurdu böyle bir günü görmeseydim! Allah'ım, canımı alsaydın da böylesi bir acıya tanıklık etmeseydim!' diye yakararak Hüseyin'in çadırına gitti. Başını göğsüne yasladı.
Hüseyin, 'güzel kardeşim' diyordu, 'sakin ve sabırlı ol, şeytan şefkat ve merhametini senden gidermesin. Dedem Allah'ın habercisiydi, senden benden üstündü, babam, annem ve kardeşim benden öndeydi, değerliydi. Bak hepsi ahiret yurduna göçtü. Ben de onların yanına gidiyorum, gerçek yurduma kavuşuyorum.' Zeynep, 'canım kardeşim' dedi, 'doğru söylüyorsun, bizden öncekiler gitti. Dedem, babam, kardeşlerim dünyadan ayrıldı. Varlığıyla yüreğime huzur veren birkaç kişi vardı. Eğer seni de yitirirsem, bundan böyle, bu dünyanın ağırlığına nasıl dayanırım?' Hüseyin, hemen Abbas'ı çağırdı. 'Yanına birkaç kişi al, gidip bir yokla bakalım, bir haber var mı?' Abbas gitti ve onlara, 'kardeşim ne zaman çarpışacağımızı öğrenmek istiyor' dedi. Ömer, 'ona söyle' dedi, 'ya teslim olacak veya ölecek' Abbas döndü, sözünü iletti. Hüseyin, 'teslim olmayacağız' dedi, 'kanımızın son damlasına kadar savaşacağız. Şimdi git, onlara da hatırlat, bu, Hüseyin'in bir gece daha yaşamayı ganimet bilmesi demek değildir. Bu geceyi, Rabb'ime niyaz ve yakarışta bulunmak için geçirmek istiyorum.' Hüseyin, geceyi kulluk ve niyazla geçirdi. Gün ışırken dostlarına şöyle seslendi: 'Sizler benim göz aydınlığımsınız. Hepinizden memnunum ve size teşekkür borçluyum. Hiçbir kaygı ve korku yok içimde. Şunu iyi bilin, onların derdi benim. Eğer bana uyduysanız, hepinize izin veriyorum, özgürsünüz. En küçük bir gönül kırıklığı duymam, kendisi de rahat olsun.' Herkes, 'Senin yolunun kurbanıyız biz' diye seslendi. Kerbela günün ilk ışıklarıyla yıkanırken çarpışma başladı.
Onlar yanarken, ben nasıl serinlerim?
Kasım on üç yaşındaydı. Hasan'ın yadigarıydı. Boyuna uygun bir kılıç bulunamamıştı. Silahsız, sadece cesaretiyle sürmüştü atını. Başına aldığı bir kılıç darbesiyle attan düştü. Yuvarlandıktan sonra, kanlar ve acılar içinde, 'amca yardım et, amca beni bul, bana yetiş' diye inledi. Ömer'in askerlerinden gözü dönmüş onlarca kişi, boynunu vurmak için çevresinde toplanmıştı ki, Hüseyin'in avına doğru hareketlenen bir aslan gibi atını üzerlerine sürdüğünü gördüler. Tilkiler gibi kaçışmaya başladılar. Kasım'ın başını gövdesinden ayırmak için ilk yeltenen kişi, kendi atının ayakları altında parçalandı. Çevreyi öylesine bir toz duman kaplamıştı ki göz gözü görmüyordu. Kargaşa dindikten sonra, Hüseyin, başını dizine aldı Kasım'ın. Ağlıyordu. Kasım, başını Hüseyin'in göğsüne iyice gömüyor, acıyla kıvranıyor, ayaklarını yere vuruyordu. Daha fazla dayanamadı ve çırpınarak ruhunu teslim etti. Hüseyin, cansız bedenini kucaklayarak çadırlara doğru yürüdü. Hüseyin, kana bulanmış bedenine baktı, onlarca hançer yarası, kılıç gölgesi gördü. Sonra bir serinlik yayıldı başına. Baktı, bir bulut gördü. 'Böylesi bir anda, güneşin yakıcı sıcağını örten de kim?' 'Seni' diye seslendi bulut, 'doğumunda babana müjdeleyen, kundağını annenle birlikte saran benim, ben bulut değil Cebrail'im, söyle ne yapayım senin için, canımı iste vereyim.' 'Niçin geldin' diye seslendi Hüseyin, 'gölge etmene razı değilim, kanatlarını çek, gökten beni seyreden dedeme engel oluyorsun. Bırak beni, git onların üzerine aç kanatlarını. Durma, Necef'e ulaştır haberimi, oğlun ölüyor ey Ali yetiş de, son bir kez basmak için onu bağrına koş, acele et... Gelsin, alsın başımı göğsüne, sarsın sarmalasın beni, Kufeliler de görsün, benim Ali gibi bir babam var.'
Gözü doymayan düşman, ah ki ne ah!
Cebrail kanatlarını yaydı çöl ateşinde yatan bütün şehitlerin üzerine. Bir yağmur gibi, herkesin üzerine eşit yağdı. Hüseyin seslendi, 'durma git annemi getir bana, beni bu ateş değil, annemin özlemi dağlıyor.' Cebrail eğildi, kanatlarını Hüseyin'in kanına sürdü. Hüseyin'in kalbinden bir çığlık yükseldi. Cebrail göklere doğru havalandı, gözden yitti. Düşmanın gözü doymuyordu. Malik çıkageldi bu kez. Kanla yıkanmış başına kılıcını bir kez daha indirdi. Başı parçalandı, dağıldı. Yetmedi, Ebulhuluk atıldı, yayını gerdi, oku yaralı başına fırlattı. Hasin çıktı öne, dişlerini kırdı Hüseyin'in. Ebu Eyyub ardındaki onlarca kana susamışla sökün etti. Yaralı bedenine kimisi ok attı kimisi mızrak sapladı, kimisi taşladı... Ebu Eyyub, hırsını alamayıp bir oku eliyle sapladı gırtlağına. Onlar vurdukça Hüseyin şükrediyordu. Kanla yıkanan ellerini kaldırıp sabrediyordu. Ansızın bir ses duyuldu, yerle göğün arasından bir ses geldi. Yer ve gökler titredi, Cebrail'di bu, Hüseyin'e usulca yaklaştı. Kanatlarıyla yaralarını sıvazladı, selamların en güzeliyle selamladı, müjdelerin en büyüğünü verdi. 'Çekilin, kenara çekilin, peygamberlerin sonuncusu geliyor, Hüseyin'in ziyaretine dedesi geliyor.' Hüseyin'in mutluluğuna diyecek yoktu. Bedenindeki yaralar bir anda iyileşti, kan durdu, acılar dindi, susuzluğu bitti. Cebrail, müjdeliyordu, 'çekilin, kenara çekilin, Allah'ın aslanı geliyor, ötelerin sultanı oğluyla özlem gidermeye geliyor. Ciğerleri zehirle parçalanmış olan Hasan geliyor, geceleri uykusunu feda eden annesi geliyor, gözlerini bağlamak, çekip yanına almak için kadınların en hayırlısı geliyor.' Hüseyin gözlerini açınca Peygamber'i gördü. Başını dizlerine almıştı, dedesini gördü. Acılarını unuttu, candan geçti, yüreğinde güller patlamaya başladı, kızıl bir gülşene dönüştü. Düşmana çevirdi bakışlarını, soluğu yetesiye bağırdı, 'Zeynep'in kan ağlama vakti geldi, öldürün beni! Can üzre bırakmayın beni, acele edin, bu zalim dünyadan kurtarın, öldürün beni. Dünya sizin olsun, beni asıl yurduma gönderin!' Gözü dönmüş bir başkası atıldı bu kez, hançeri kalbine sapladı. Ben Kerbela'yım, beni bir ağıt tuttu. Hüseyin görünmüyor, nurdan halelere sarılmış. Hüseyin'i Cebrail'ler örtüyor, gözlerden gizlendi. Ben Hüseyin'in yüreğiyim, sadece o görünüyor. Katiller korkuyla geri çekildiler. Başında Ali'yi gördüler.
Ali onlara da göründü. Kanat çırpan melekler göründü, Cebrail göründü. Ben Hüseyin'in kandan ve nurdan görünmeyen bedeniyim, yapayalnızım. Ondan başka ilah yoktur, çölden göklere yükseliyor sesim. Peygamber'in sakalına kan bulaştı, Hüseyin'in kanıyla yıkandı. Zalimleri kan tuttu, çöl kan denizine döndü. Hüseyin'in ağıdıyla yeri göğü doldurdu Fatma. Sakine çadırlarda kan ağladı, Zeynep bulutlara karıştı. Kıyamet Aşura günü için yas tuttu. Peygamberler ağladı, dünyanın çarkı çevrildi. Necef şahı başına vurup ağladı, figanı dünyayı yuttu. Peygamber imamesini alıp başını açtı. Gök ve yer titremeye başladı, Cebrail kanatlarını çekti. Diller tutuldu, gözler süzüldü, eller kırıldı, kollar düştü. Hüseyin'in yaralı sinesi cellat çizmesiyle ezildi. Nasıl kıydın ceylana kansız avcı? Sana bu söz yetmez, sana kıyamet gerekmez. Sana cennet gerekmez cehennem gerekmez. Nasıl kıydın Fatma'nın masumuna, Ali'nin canına, Muhammed'in gözbebeğine? Sana dünya gerekmez, ahiret gerekmez. Sana söz yetişmez, ateş yetişmez. Su vermeden hangi kurban kesilmiştir ey mel'un, dili dudağı kavruldu masumun, susuz kaldı, bir damla su verin. Boğazını hangi hançer keser ciğeri ateşle kavrulmuşun? Ben Kerbela'yım ey Muhammed. Gözlerimden yaş değil kan akar, çöl ateşinde zulüm hançeri yedim, zalime yakalandım ey Muhammed. Dağlanan yüreğimin hakkı için, günahsız dökülen kanların hakkı için ey Muhammed, yalvar O'na, güzel isimlerinin hatırı için yakar, kalkış günü yolundan gidenleri bağışlasın. Son sözü, tanıklık oldu Hüseyin'in. Gökler kara giyindi, yer sarsıldı ey Hüseyin. Saba rüzgarı esti, Cebrail tacını alıp ağladı ey Hüseyin. Kandiller söndü, Kerbela kanla yıkandı, ey Hüseyin. Sakine zalimlerin pençesine düştü, dostlarının evi talan edildi ey Hüseyin. Kerbela garibini susuz öldürdüler, Allah'ın gökleri yıkıldı ey Hüseyin!"
-------------------------------------------------------------------------------
KERBELA - Alevi-Bektaşiler Ehl-İ Beyt ve şehitleri için yas tutuyor…
Ramazan geldiğinde, dini kullanmak için amansız bir yarışa giren ve hiçbir riyakarlıktan geri durmayan medyamız görmese de, TRT’miz AKP-RT haline geldiği için yasımızı umursamasa da, içinde bulunduğumuz 7-18 Aralık günlerini kapsayan on iki gün, Alevi-Bektaşiler için büyük bir üzüntüyle anımsanan Kerbela Katliamının 1330. Yıldönümüdür. Bu elim olayda İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in sevgili torunları İmam Hüseyin, sevgili evlatları ve O’nun haklılığına inandıkları için yanında bulunan insanlar, Emevi Halifesi Yezit’in kastı sonucunda öldürüldüler.
Düştü Hüseyn atından Sahra-yı Kerbela'ya,
Cebrail git haber ver Sultan-ı Enbiyaya.
Kerbela olayı tarihsel ve toplumsal anlamda, toplu kıyımların en zalim ve acımasız olanlarından biridir. Bir kıyım olarak Kerbela’yı anmamak ve ona yanmamak elde değildir. Bu kapsamda Kerbela Katliamının boyutlarını algılayabilen herkes, Kerbela için yanar, tutuşur: O’nun anısını yaşatmak için bir şey yapmak, orada katledilenleri anmak, üzülenlerle aynı yerde saf olmak ister.
Bu olayda İslam Halifesi Muaviye oğlu Yezid, İslam Peygamberinin: “Hüseyn bendendir, ben Hüseyn’denim; Allah Hüseyn’i seveni sevsin, sevmeyeni helak etsin” dediği işte bu mazlumları acımasızca katletti. Katliam bununla da sınırlı kalmadı; suç, suçluya değil suçsuza yüklendi: Acı, acıyı verenden değil, acıyı çekenden, baskı, baskıyı yapandan değil, baskıya uğrayandan soruldu. Binlerce yıl, bu acının dinmesine yetmedi: Tazelendi, büyüdü, çoğaldı ve giderek insanlığın unutulmaz acılarından biri oldu. Alevi-Bektaşiler acılarını dile getirmek için ağıt türünün en anlamlı örneklerini Kerbela olayına hasrettiler. Bunlardan biri de yedi büyük Türkmen ozanından biri olan Pir Sultan Abdal’dır.
Damarlar yarıldı kanlar çağladı
Gökte melek yerde insan ağladı
Ay gün kara giydi kara bağladı
İmam Hüseynimin kanı nicoldu?
Dedesi Muhammet yanına geldi
Torununun elin, eline aldı
Arş’ta Fatma ana saçını yoldu
İmam Hüseynimin kanı nicoldu?
Katliamın muhatabı, İslam Peygamberinin soyudur: Katliamı düzenleyen ve bu amaçla Kerbela üzerine asker gönderen Muaviye oğlu Yezittir! İşte bu nedenledir ki, Alevi-Bektaşiler binlerce yıldır Muaviye, Yezit ve Mervan’lara ve bunların soyuna lanet ederler...
Hicretin 61. yılında (miladi 680) Muharrem ayının 7. Günü öğleye doğru, Yezit’in adamlarına karşı Kerbela’da direnen Hz. Hüseyin yandaşlarının suları çoktan bitmişti. Yaz sıcağı kavuruyor, çocuklar ‘su’ diyerek ağlaşıyorlardı! Su almak için Fırat’a gidenler, Yezit’in komutanı Ömer’in askerleri tarafından oklarla vuruluyor; su ve erzak teminine imkân verilmiyordu. Hz. Hüseynin tek umudu, Komutan Ömer’in insafa gelip su vermesiydi. Ömer’le konuştu fakat ikna edemedi. Ömer kuşatmayı daraltıyor; Hz. Hüseyin’in, çocuklarının ve arkadaşlarının susuzluktan ölmelerini bekliyordu.
Sonunda Ehlibeyt ve 72 yandaşı için sonucu belli olan savaş başladı. Küçük çocuklar, bebeler ve yaşlılar, uzaktan atılan oklarla öldürüldü. Hz. Hüseynin kardeşlerinin ve yeğenlerinin genç bedenleri teker teker toprağa düştü. 72 savaşçı, dağ gibi Yezit askerine karşı durdu ama kaderi değiştirmenin olanağı yoktu. Muharremin 10. Günü, önce 18 yaşındaki oğlu Ali Ekber, ardından meme çocuğu Ali Asgar babasının kucağında oklanarak vuruldu. Hz. Hüseyin'in vücudunda yetmişüç darbe izi bulunmuştu… Hüseyin'i vurmaya gelenler “Müslüman’ız” iddiasıyla yaşıyor, namaz da kılıyorlardı. Hadise esnasında birbirlerine: “Acele edin, öğle namazı kazaya kalacak” diyorlardı.
Olanları gören Hz. Hüseyin, dedesi Hz. Muhammet’ten kalan kutsal emanetleri oğlu Zeynel Abidin’e teslim etti: Ölmeye hazırlandı. Temiz elbise giydi, başındaki peygamber sarığını yeniden bağladı; babasının kılıcı Zülfükar’ı boynuna astı, Hz. Hamza’nın kalkanını omzuna alarak hazırlığını tamamladı. Yaren ve yoldaşlarıyla vedalaştı; onlara Şam yönüne gitmelerini öğütleyerek Kerbela meydanına çıktı. Düşmana karşı tek başına vuruşurken, 10. Muharrem günü şehit oldu. Gövdesi Kerbela’da kaldı; kesik başı Küfe’ye, oradan da Şam’a götürüldü. Yezit bir değnek ile Hz. Hüseyin’in kesik başını ve ağzının içini karıştırırken, en büyük siyasal rakibinin soyunu kurutmanın huzuru içindeydi.
Alevi-Bektaşiler 7 Aralık’tan başlayarak 12 imam ve Ehlibeytin anısına 12 gün oruç ve yas tutuyor, ibadet ediyor, inançlarının gereğini yerine getiriyorlar. Binlerce yıl olduğu gibi olayları anımsayacak, üzülecek, Kerbela anısına yine susuz kalacak ve Ehl-i Beyt soyuna kastedenlere lanet yağdıracaklar! Kerbela Olayı, Alevi-Bektaşiler bakımından, hangi inançtan olursa olsun, hangi ulustan gelirse gelsin, zulme uğramış insanların acısını, insanlığın ortak acısı durumuna getirmenin yürek dağlayan bir anısıdır. Bu yüzden zalimliğin, sınır tanımaz acımasızlığın ve dinin siyaseten kullanılmasının en tipik örneğini teşkil etmesi bakımından bu olaya tekrar tekrar dikkat çekiliyor.
Devleti yönetenler, geleneksel inkârcılığını sürdürseler de, Aleviler, demokratik devlet hedeflerine bağlı kalmaya; kendilerini yok sayan bu devlete “devletim” demeye devam edecekler. Bu anlamda Yas-ı Muharrem Orucunun başladığını ve “ne olup, olmadığına” ilişkin bir açıklama/duyuruyu TRT’den bu yıl da beklediler!
Beklediler ama ne bir ses, ne de bir nefes duya bildiler!
Ve yüzyıllardır olduğu gibi yine yanıldılar…
Alevi –Bektaşilerin nefret ve laneti Muaviye, Yezit, Emevi ve Küfe’li anlayışınadır!
Emevi iktidar anlayışının, günümüz iktidar anlayışıyla ya da Sivas, Çorum, Maraş, Gazi katliamlarını gerçekleştiren ve arkasında duranlarla bir zihniyet ilintisi olabilir mi? Bizim esirgememize karşın, kendilerini o anlayışla ilişkilendirerek, Alevi istemlerine bu nedenle yasak koymuş olabilirler mi?
Değilse, bin yıldan bu yana süren ve günümüzde de devam eden bu yasak ve sansür niye?
Ehlibeyt yası tutan insanlığın acısını paylaşıyor, aşk-ı niyaz ediyorum.
Murtaza DEMİR
---------------------------------halo-----------------------------------------------------
MUHARREM - (MATEM) ORUCU
MUHARREM AYI MATEM ORUCU VE AŞURE
Muharrem ayı Hicri takvimin birinci ayıdır. Onuncu günün de ismi, Aşure’dir. Tarihi kaynaklara göre milattan çok önce Arap, İsrail ve Fars milletleri tarafından, Muharrem ayının Aş;ure günü, kutsal kabul edilen ortak bir değerdir. Bugünün değerini ve kutsallığını, tarihler şöyle anlatıyor:
Adem atanın tövbesinin kabul edildiği gün.
Nuh Peygamber'in gemisinin karayı bulduğu gün.
İbrahim Peygamber'in Nemrut,un ateşinden kurtulduğu gün.
Musa Peygamber'in kavmini Firavun'un şerrinden kurtardığı gün.
Yunus Peygamber'in balığın karnından kurtulduğu gün.
Eyüp Peygamber'in dertlerine şifa bulduğu gün.
Saymakla bitiremeyeceğimiz bütün peygamberlerin refaha, kurtuluşa ve başarıya ulaştıkları gündür. Onun içindir ki Nuh Peygamber dahil ondan sonra gelen bütün peygamberler, Hz. Muhammed ve Hz. Ali de 10 Muharrem Aşure günü şükür ve senalarını ifade ederek, oruç tutmuşlar. Nuh Peygamber'in kurtuluş çorbasını pişirip fakir fukaraya yedirmişler, Hayır ihsan yapmışlar. Bütün tarihler o güne kadar olan, Muharrem ayının kutsallığı ve özelliğini böyle anlatırlar.
MATEM
Matem Farsça'dan gelen bir kelimedir. Türkçe'de anlamı: Çok sevilen değerli bir varlığı veya yakını kaybedildiğinde bu insanın günlük yaşamını etkiler; insanlar kederlenir, üzülür ağlar ve uzun bir zaman üstünden atamaz, eğlenemez, gülemez, neşelenmek istemez, hep günlerini üzüntü ile geçirdiği zaman dilimine Yas veya matem tutmak, demektir.Hz. Muhammed,in ölümünden 48 sene sonra, bütün peygamberlerin kutsal kabul ettikleri, oruç tuttukları Hicri 10 Muharrem 61 Cuma günü Miladi 10 Ekim 680 tarihinde, Kerbela denen Fırat Nehri,nin kenarında, kurda kuşa sebil olan Fırat suyunu, Hz. Muhammed,in torunlarına, Ehl-i Beyt,ten de tek kalan Hz. Hüseyin,ine ve onun mahsun yavrularına vermediler. Dünya da bugüne kadar bir eşi benzeri olmayan, insanlık aleminin yüz karası, görülmemiş susuz bir zulüm ve katliam işlendi.
Muharrem ayı denince? Aleviler için yas veya matem ay ıakla gelir. Bugüne kadar inancında, felsefesinde, itikatında, sevgisinde, Hz. Muhammed’e ve onun Ehl-i Beyt'ine canı gönülden Aşk-ı Muhabbetiyle bağlı olan Aleviler, onların sevgisi ile sevinmişler, kederi ile kederlenmişler, acılarına ağlamışlar, gördükleri zulüme de yas tutmuşlar. Zulüm edenleri de lanetle anmışlar.
Hz. Muhammed’e ve Ehl-i Beyt’ine inanıp iman edenler, onlara yapılan bu zulmün acısını hiçbir zaman unutmazlar. Hele Muharrem ayı gelince o zulmün kendilerine yapılmış gibi acısını hissederler. İşte o 12 gün, oruçlu halleriyle. Düğünlere, eğlenceli yerlere gitmezler, düğün nişan yapmazlar, fazla sulu yiyeceklerden güçleri oranında sakınırlar, yaşadıkları ortama göre, imkanları ve olanakları el veriyorsa traş olmazlar, iştahlarının çektiği güzel ve etli yemekleri yemezler.
Alevilikte oruç tutarken sahura kalkmak yoktur. Durumu özetleyecek olursak: Nasıl ki yakınlarınızdan birini kaybettiğiniz zaman, onun acısı ile bir zaman kederli, üzüntülü günler yaşıyorsanız. İşte 12 gün oruç boyunca da aynen öyle yaşanır.
Aşure
Matem Orucu bitiminde Aşure pişirilir. Aşure, tatlı bir çorba olup, birlikte yenilir veya evlere dağıtılır. Aşure çorbasında et bulunmaz. Buğday, fındık, ceviz veya meyvelerden oluşan 12 değişik üründen yapılır (tarif). Aşure Günü, Sünnilerin Ramazan Orucu bitiminde kutladığı Şeker Bayramı gibi bir bayram kutlaması değildir. Aleviler; Kerbela’da İmam Hüseyin’in oğlu Zeynel Abidin’in sağ kurtulduğu için mutludurlar, bu nedenle çorba tatlı olur.
Muharrem ayında Aleviler bir araya gelerek birlikte mersiyeler, şiirler, deyişler, Alevi önderlerinin kahramanlık öykülerini okurlar, anlatırlar, söylerler.
Muharrem ayında Aleviler bir araya gelerek birlikte mersiyeler, şiirler, deyişler, Alevi önderlerinin kahramanlık öykülerini okurlar, anlatırlar, söylerler.
ORUCA NİYET ETMEK
Bism-i Şah…Allah Allah… Er Hak-Muhammed-Ali aşkına, İmam Hüseyin Efendimizin susuzluk orucu niyetine Kerbela’da şehid olanların temiz ruhlarına, Fatıma Anamızın şefaatına, Oniki İmamlar aşkına oruç tutmaya niyet eyledim. Ulu Dergah kabul eylesin...
AŞURE LOKMASI İÇİN DUA
Bism-i Şah…Allah Allah…
Barekallah. Şehidler Şahı İmam Hüseyin Efendimizin ve Kerbela şehidlerinin yüce ruhlarının şad olması için barekallah. Cümle erenlerin ruhu için barekallah. Yurdumuzun, Ulusumuzun, Cumhuriyetimizin esenlikte olması için barekallah. Ordularımızın güçlü olması için barekallah. Ahirete göçenlerimiz ve bugün yaşayanlarımız için barekallah. Gökten hayırlı rahmet, yerden hayırlı bereket vermesi için barekallah. Muhammed Mustafa, Aliyyel Mürteza, İmam Hasan, İmam Hüseyin, Kerbela Şehidleri ve Hünkâr Hacı Bektaş Veli hakkı için el-Fatiha ve salevat. Gerçeğe hü…
Barekallah. Şehidler Şahı İmam Hüseyin Efendimizin ve Kerbela şehidlerinin yüce ruhlarının şad olması için barekallah. Cümle erenlerin ruhu için barekallah. Yurdumuzun, Ulusumuzun, Cumhuriyetimizin esenlikte olması için barekallah. Ordularımızın güçlü olması için barekallah. Ahirete göçenlerimiz ve bugün yaşayanlarımız için barekallah. Gökten hayırlı rahmet, yerden hayırlı bereket vermesi için barekallah. Muhammed Mustafa, Aliyyel Mürteza, İmam Hasan, İmam Hüseyin, Kerbela Şehidleri ve Hünkâr Hacı Bektaş Veli hakkı için el-Fatiha ve salevat. Gerçeğe hü…
AŞURE YENDİKTEN SONRA OKUNACAK DUA
Bism-i Şah …Allah Allah…
Allah, Muhammed, Ali, Oniki İmam Efendilerimizin ruhu revanları, şâd ve handan ola. Münkir ve münafıklar mat ola, müminler şâd ola. Lokmalarımız dertlere deva ola.
Matem-i Hasan ve Hüseyin ola. Cümlemize haklı hayırlı kısmetler verilmesi için …
Nur-u Nebi, Kerem-i Ali, Pirimiz Hünkâr Hacı Bektaş Veli demine hü.
Allah, Muhammed, Ali, Oniki İmam Efendilerimizin ruhu revanları, şâd ve handan ola. Münkir ve münafıklar mat ola, müminler şâd ola. Lokmalarımız dertlere deva ola.
Matem-i Hasan ve Hüseyin ola. Cümlemize haklı hayırlı kısmetler verilmesi için …
Nur-u Nebi, Kerem-i Ali, Pirimiz Hünkâr Hacı Bektaş Veli demine hü.
Muharrem Matem Orucu
Alevilerde Muharrem Matemi:
Hz. Muhammed`in kızı Fatma`nın ve Hz. Ali`nin oğlu Hz. Hüseyin, haksız olarak iktidarı ele geçirmiş olan Muaviye`nin oğlu Yezid`e biat etmeyi –onu halife olarak tanımayı- reddetti. Kufe halkının kendisini desteklemesi ve Kufe`ye davet etmeleri üzerine Hz. Hüseyin, 68 0yılında yaklaşık 100 kişi ile birlikte, İslam adına çeşitli zulüm ve haksız uygulamalar yapan Yezid`e karşı savaşmak üzere Mekke`den Kufe `ye hareket etti. Bugün Irak sınırları içinde olan Kerbela`da Yezid`in askerleri, Hz. Hüseyin ve taraftarlarının önünü keserek onları günlerce susuz bıraktılar ve sonunda Hz. Hüseyin savaşmak zorunda bıraktılar. Hicretin 61. yılının 10 Muharrem cuma günü (18 Ekim 680) öğle vakti Hz. Hüseyin`i ve toplam 72 kişiyi binlerce askerden oluşan Yezid`in ordusu şehit etti.
Hz. Hüseyin`in haksızlığa karşı bu cesur direnişi ve ölümüne mücadelesi, Anadolu Alevilerinde çocuk eğitiminde „haksızlığa karşı gelmek, haksızlık yapmamak, haksızlığa uğrayanların yanında olmak“ şeklinde önemli bir yer tutar.
Kerbela Katliamı, Anadolu Alevilerinde her yıl Muharrem ayında anılır ve lanetlenir. Bu katliamda hasta olması nedeniyle Hz. İmam Zeynel Abidin`in kurtulması ve Hz. Ali`nin soyunun devam etmesi nedeniyle de Allah`a şükredilir.
Gelenek olarak Muharrem orucu, Kurban Bayramından 20 gün sonra Muharrem`in 1. günü başlar. 2006 yılında 31. Ocak tarihi Muharremin başlangıcıdır.
2006 yılı için, 31. Ocak orucu için 30. Ocak akşamı yatmadan önce oruç tutmak üzere niyet edilecek. Niyetten sonra Muharrem Orucu başlar.Gece sahura kalkma uygulaması Muharrem Orucu'nda yoktur. Akşam olup güneş batınca yani karanlık çökünce oruç açılır. Matem orucuna başlamadan önce yaklaşık şöyle niyet edilir.
"Bismi Şah. Allah Allah. Erenlerin hikmetine. Er Hak- Muhammet-Ali`nin aşkına. Hz. İmam Hüseyin efendimizin susuzluk orucu niyetine. Kerbela Şehitleri'nin temiz ruhlarına matem orucu niyeti ile Hz. Fatma anamızın şefaatine. 12 imam, 14 masum-u pak efendilerimizin şevkine, 17 kemerbestler hürmetine. Hazır ve gaip gerçek erenlerin yüce himmetleri üzerimizde hazır ve nazır ola. Yuf münkire. La`net Yezid'e. Rahmet mümin'e Allah eyvallah. Hü" (Noyan B. Bektaşilik Alevilik nedir? 2. Baskı Ankara 1987)
İlk 10 gün boyunca oruç açımında da su içilmemeye çalışılır. Su yerine hoşaf, meyve suyu gibi sulu içecekler içilebilir. Oruç süresince bıçağa ve kesici aletlere el sürülmez; Düğün-nişan-sünnet törenleri yapılmaz. Karı koca cinsel ilişkileri kesilir; kurban kesilmez ve et yenilmez. Matem boyunca hiç bir canlıya eziyet edilmez. 12 gün süren matem orucunu herkes kendi gücüne, sağlığına ve maddi olanaklarına göre tutar. Oruç açımının –dakikalarla belirlenmiş- belirli bir saati yoktur. Genellikle akşam karanlık olduğunda oruç açılır. Açlık giderilip duyuncaya kadar yenir.
Sağlığı yerinde olanlar oruç tutarlar. Sağlığı yerinde olmayanlar orucu tutmazlar ama diğer görevleri yerine getirebilirler. Bu onlar için oruç tutmuş kadar makbuldür. Amaç, kendine eziyet ya da kötülük yapmak değil, yapılabilecek kötülüklerin zulümlerin ve katliamların bir daha tekerrür etmemesi için anmak ve unutmamaktır.
Matem boyunca eğlencelerden ve zevk alınan şeylerden uzak durulur. Bazı yörelerde sakal kesmemek, yıkanmamak gibi adetler oluşmuşsa da, matemin dış görünüşle değil, gönülde Hz. Hüseyin`in uğradığı haksızlığı yad etmek ve haksızlığa karşı gelme geleneğini yaşatmak mateme daha uygundur. Kimsenin kalbini kırmamak, eli ile dili ile kimseyi incitmemek, gözü ile kimseye kötü gözle ve niyetle bakmamak kısacası nefsini terbiye etmek matem orucunun temel ilkesidir.
12 gün Muharrem Orucu tutulduktan sonra Muharrem Ayının 13. günü kurbanları tığlanır ve AŞURE dağıtılır.Kurban İmam Ali Zeynel Abidin`in Kerbela Katliamın`dan kurtuluşundan duyulan şükranı belirtir.
Muharrem ayında şehitleri anma duyguları, Alevilerin 7 ulu şairinden biri olan Fuzuli`nin “Saadete Ermişlerin Bahçesi” adlı eserinde en iyi biçimde dile getirilmiştir. Hz. Hüseyin`in şehit edilişini anlatan ağıtlara mersiye adı verilir ve Muharrem matemi boyunca mersiyeler okunur. Hz. Hüseyin`in haksızlığa karşı cesur direnişi ve ölümüne mücadelesi, Anadolu Alevilerinde çocuk eğitiminde „haksızlığa karşı gelmek, haksızlık yapmamak, haksızlığa uğrayanların yanında olmak“ şeklinde önemli bir yer tutar. Bunu desteklemek için; muharrem boyunca Kumru, Hüsniye, Buyruk ve bu kültüre hizmet verenlerin kitaplar ve diğer tarihi ve kültürel kitaplar okunur. On İki İmamlara ve diğer masum insanlara yapılan insanlık dışı olaylar, birbirlerine anlatılır.
Anadolu Alevilerinde İran Şiilerindeki gibi vücutlarına eziyet ve dövünmeler ve Kerbela Katliamını canlandıran piyesler yapılmaz. Manevi yönden çekilen acılar hissedilir ve anılır.
Alevi inancı şekilciliğe takılıp kalmayı değil, özü benimser. Şeklen ve dış görüntü ile anmak bizi zahiriliğe götürür; halbuki; öğretimiz gereği biz “batini” yani anlama önem veririz. Önemli olan İmam Hüseyin'in ve diğer Kerbela Şehitleri'nin çektikleri acıyı ve zorlukları beyninde, kalbinde ve gönlünde duymaktır. Bunun anlamını zamanımızın koşullarına uyarlayabilmektir. Onlar gibi düşünüp, onlar gibi bu zamanda da zalime karşı çıkıp, mazlumdan yana olmak haksız uygulamalara karşı çıkmaktır. Gelecekte bu türlü acıların çekilmemesi için gerekli uzun vadeli önlemler konuşulur. Eline-diline-beline sadık olup insanca ve onurluca yaşamak ilke edinilmiştir.
Bu toplumsal ve inançsal görevi Alevi Kültür Merkezleri; Muharrem boyunca daha çok etkinlik yaparak, daha çok Alevi öğretisini anlatarak ve tanıtarak yapıyorlar. Daha çok gencimizin saz, semah öğrenmesini ve öğretimizi sevmesini sağlamak en etkili ibadettir.
Aleviliğin temel kitaplarını, büyüklerimizin öğretici sözlerini ve zamanımızdaki anlamlarını anlatarak ve tartışarak Hz. Hüseyin ve 12 İmamları, onlara yaraşır bir şekilde anmış ve yad etmiş oluruz.
Muharrem`in 10. günü, aşure
(10 Muharrem Aşure Günü)
Muharrem`in 10. günü, aşure adında tatlı aşın adıdır. Aşure (bakla, nohut, buğday, kuru incir, nar taneleri, kestane, fındık, fıstık, kuru üzüm) gibi – 12 İmama adfederek- 12 farklı madde birlikte kaynatılarak ve içine (bazı yörelerde konmaz) şeker katılarak yapılan bir tatlıdır. Bazı yörelerde üstüne tarçın tozu ve ceviz içi serpilir.
Sözcüğün aslı “Aşura” olup arabi ayların ilki olan Muharrem ayının onuncu gününün adıdır. Hz. Adem`in ilk günahından dolayı ettiği tövbenin bugün kabul olduğu, Hz. İbrahimin bugün ateşten kurtulduğu, Yakup Peygamberin oğlu Yusuf`a bugünde kavuştuğu, Nuh`un bindiği geminin tufan bitip sular çekilince Cudi Dağı`na yine bugün oturmuş olduğu söylenti hep bu “Aşura günü”e atfedilir. Son söylentiye göre, Nuh, gemide kalan çaitli erzaktan tatlı bir çorba sini söylemiş, tufandan kurtulanlar o günü kutsayarak bayram etmişler ve bu çorbadan yemişlerdi.
Alevilerde Hz. Hüseyin`in Kerbela`da Muharrem ayının 10. günü bir Cuma gününde şehit edildiği için, onun ve onunla birlikte şehit edilenlerin ruhları için pişirilir ve dağıtılır olmuştur. Muharrem`in Onikinci günü; güneşin doğması ile beraber “Aşure” pişirilmeye başlanır. Aşure piştikten sonra aile efradına ve yakınlara birer kepçe ayrılır. Niyet tutanlar pişirilmiş aşure ile orucu açarlar ve o gün bir tam gün sayılır. Diğeri aşureyi bittiği yere kadar komşulara dağıtır. Aşure yaparken bütçe zorlanmaz. Eskiden yıl içinde evin anası her aldığı yiyecekten birer avuç tasarruf ederek aşure gününe kadar malzemeyi hazırlar ve o malzeme ile aşureyi yapardı. Böyle hazırlık görmeyen aileler de evinde bulunan malzeme ile aşureye katılım yaparlardı. Bu aşure dağıtılmaz, lokmacı elindeki kepçe ile her gelene birer kepçe verirdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder